Dünya

Emperyalist İşgal, Kuzey Afrika ve Ortadoğu Halklarını Teslim Alamayacaktır!.. (*)

 

(*Bu yazı ilk defa Aralık 2011 tarihli Devrimci Çözüm Dergisi’nin 1. sayısında yayımlanmıştır.)

 

“Özel mülkiyet var olduğu sürece, bu ekonomik temel de, emperyalist savaşlar-işgaller mutlak biçimde kaçınılmaz olacaktır.” (Lenin)

 

Lenin, kapitalist sistemin emperyalist aşamaya ulaştığı dönemde, emperyalizmin savaşlarla olan ilişkisini ortaya çıkarmıştır.

 

Özcesi, emperyalist-kapitalist sistemin tarihi sömürge pazarlarını yeniden bölüşme savaşlarının tarihidir. Emperyalizmin doğasında olan temel özelliklerinden biri de sürekli kriz halinde olmasıdır.

 

Oluşumundan itibaren süreklilik kazanan bu krizlerini atlatmak için savaşlara başvurmuştur.

 

M. Çayan emperyalizmin “olmazsa olmazını” şöyle ifade etmektedir.

 

“Kapitalizmin emperyalizm aşaması, genel ve sürekli bunalımlar dönemidir. Bu bunalımı biraz olsun hafifletmek ve soluklanmak, büyüyen silah (savunma) sanayini daha da geliştirmek için savaş temel politikadır.”

 

Yaşadığımız çağda da emperyalizm yine kendi yasalarına uygun davranarak yıllarca sürecek yeni kölelik anlaşmaları, halkların zenginliklerinin yağmalanması ve yeni işbirlikçiler yaratma planlarıyla, işgallerine ve saldırılarına devam etmektedir.

 

Sosyalist ülkelerin yıkılmasıyla birlikte emperyalistlerin işgalleri, saldırıları artmıştır. 1990’lar, 2000’ler ve 2011’e girilmesiyle birlikte, halklara gerici, saldırgan, kan emici yüzünü göstermiştir. Libya’ya saldırısı bunun son örneğidir. Yine Fildişi Sahilleri’ne yapılan saldırı –Fransız emperyalistlerinin saldırısı- da aynı süreçte gelişmiştir.

 

Emperyalistler Tunus, Mısır, Yemen, Bahreyn, Suriye vb. ülkelerde patlak veren tüm isyanlara neden “askeri bir müdahalede” –saldırıda- bulunmadılar da Libya’ya saldırdılar? M-L olaylara bütünlüklü bakmak zorundalar. Bu saldırıyı her yönüyle değerlendirirsek, doğru sonuçlara ulaşır, sorumuza doğru yanıtlar bulabiliriz.

 

EMPERYALİSTLERİN DURUMU

 

Emperyalistler, özellikle ABD emperyalizmi 90’lardan sonra temel olarak Ortadoğu görünse de, Asya ve Afrika’nın kuzeyini de içine alan, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında bir “düzleştirme” –yeniden yapılandırma- operasyonunun baş mimarı olacağı ve bu mimarlığın kendisine sağlayacağı “imparatorluk” peşinde olduğunu dünya kamuoyuna ilan etmiştir.

 

1.Körfez savaşı, Irak işgali, Afganistan saldırısı ve şimdi de Kuzey Afrika ülkeleri…

 

Ancak, Irak ve Afganistan işgallerinde uğramış olduğu bozgun, onun “imparatorluğunu” örselemiş ve dünya halkları nezdinde olumsuz bir yere iterek, anti-amerikancılığı, anti-emperyalist düşünceleri geliştirmiştir.

 

Tüm bu gelişmelerin üzerine, “düzleştirme operasyonu” da Kuzey Afrika boşlanamazdı, boşlanmadı da…

 

Dünya ekonomisinde, yaşanan ciddi bir kriz vardır. 2008 krizinin etkileri tüm emperyalist ülkelerde, ciddi bir şekilde kendini göstermektedir. Sürekli krizin kendisi olan çürümüş emperyalist sistem, yok olma korkusuyla karşı karşıyadır bir kez daha…

 

Irak ve Afganistan saldırılarının faturası ABD halkına çıkmıştı bu kez de… Ekonomik göstergeler, tarihinin en kötü değerlerini vermekteydi. 13,9 trilyon dolarla dünyanın en borçlu ülkesi olan ABD’de cari açık 113,3 milyar dolarlara ulaşırken, 9,7 gibi işsizlik oranının olduğu ülkede, yoksullaşma her geçen artmaktadır. Petrole olan bağımlılık, enerjiye olan ihtiyacı arttırmakta kısacası ekonomik anlamda tam bir çıkmaz içinde olan ABD, bu çıkmazı tıpkı geçmişte olduğu gibi (90’ları hatırlayalım), iktidar değişikliği yaparak, krizi çözecek farklı ekonomik politikalar denemek istemiştir. Ve Obama’yı (demokratları) iktidar yapmıştır. Taze bir yüz, yeni bir makyaj… Siyasal olarak “demokratik” söylemler içine giren, “dünya barışı”nı sağlamaya adamış (!) yeni bir başkan gibi görünmüşse de, ne ABD’nin krizine çare olabilmiştir, ne de ABD’nin emperyalist politikalarını tersine çevirebilmiştir. Çevirmesi de olanaksızdır. Çünkü sistem aynı sistem, politikalar aynı politikadır…

 

Yaşanan bu krizle birlikte, savunma harcamalarının artışı, yeni işgallerin ve savaşların zeminini güçlendirmiştir.

 

Temel yasa bir kez daha işleyecektir. ABD, bu krizi atlatmak, biraz olsun soluklanmak için yeni bir işgale, savaşa başvurmak zorundadır. Sistemin bekası için bu “olmazsa” olmazdır.

 

Libya işgalinde, ABD’den sonra önemli rol oynayan bir diğer ülke de Fransa’dır. Almanya hariç, diğer AB ülkelerinin hepsi bu saldırıya onay ve destek vermiştir. Tek tek tüm AB ülkelerinin ekonomik durumlarına değinmeyeceğiz. Çünkü kriz, dünya ölçeğinde bir krizdir ve AB emperyalistlerini de derinden etkilemiştir. Onlar da savaşa, işgale girmek zorundalar. Nitekim tüm emperyalistler, çıkar birliği yaparak saldırıyı başlattılar.

 

Libya’ya saldırı BM’de oy çokluğuyla çıkan karar sonucu yapılmıştır. BM’de belirleyici olan emperyalist ülkelerdir. Sömürge ve yeni-sömürge ülkeler, emperyalistlere olan bağımlılıkları sonucu bu saldırıya onay ve destek vermek zorunda kalmıştır. Libya’ya ilk saldırı Fransa komutasında başladı. Bunun önemli nedenleri vardı.

 

Tüm emperyalist ülkelerde olduğu gibi Fransa ekonomisi de çıkmaz içinde. Doğal olarak Sarkozy Hükümeti, aldığı önlem paketleriyle halkın yaşam standardının her geçen gün daha kötüye gitmesine neden olmaktadır. Halkın güvenini kaybeden Sarkozy, yeniden güven kazanıp, iktidarı kaybetmeme düşüncesi, Afrika’da olsun, AB’de olsun kaybetmiş olduğu mevzi ve gücü yeniden ele geçirmek, hem AB’de hem de Akdeniz’de lider olma isteğiyle saldırıyı ilk başlatan ve komutayı ele alan ülke oldu.

 

Ancak en önemli neden ise ABD’nin komutayı direk kendisinin almak istememesiydi. Bu sadece görünürde bir durumdu ABD’nin Irak ve Afganistan bozgunundan sonra, hem içerde hem de dışarıda kaybetmiş olduğu prestij ve güven(sizlik) sonucu komutayı ele almak istemedi. (Hatta, Obama, kendi kamuoyunun tepkisinden çekindiğinden saldırıya yönelik “isteksizlik(!)” belirterek, Salvador’a yurtdışı gezisine giderek, ABD halkına isteksizliğini(!) göstermek istedi.)

 

Tüm bunlara rağmen Sarkozy’nin komutayı elinde tutarak, kendi güç gösterisini yapmasına müsaade etmeyen ABD emperyalizmi, kısa süre sonra komutayı, NATO’ya devrederek, Fransa’dan –İzmir’e naklettirerek- yine kendisi almış oldu. Perde arkasında, komuta zaten ABD idi… Tüm emperyalist kurumlarda olduğu gibi, NATO’da da belirleyici olan ABD emperyalizmidir. Özcesi BM, NATO gibi emperyalist kurumlar demek, ABD demektir. Burada bir parantez açmakta yarar var. Hatırlanacağı gibi, “Komuta kimde olmalı?” tartışmasına o dönemde T.C. hükümeti de girdi ve Fransa’nın komutanlığını kabul etmeyeceğini, kendilerine verilmesi halinde bu işgale destek verecekleri yönünde bir düşünce belirtmişlerdi. Komuta İzmir’e taşındığında da “zafer” elde etmiş gibi davrandılar ve tam bir manipülasyonla işgale katılmaları yönünde hem kamuoyu hem de zemin yarattıklarını düşündüler. Oysa daha önce bu işgalin “yanlış ve olmaması gerektiği” üzerine propaganda yapmaktaydılar.

 

Daha düne kadar her türlü askeri müdahaleye karşı olduğunu ve isyancıları desteklemeyeceklerini her fırsatta belirten, Kaddafi ile kol kola resim çektiren, berberi çadırını başkanlık sarayının bahçesine kurduran ve her türlü yalakalığı yapan emperyalistler Libya’nın savaş sanayi ve şehir planlaması kapsamında açılan ihalelerde pay kapmak için yarış halindeydiler. Fransa’da koltuğu sallanan Sarkozy, diktatör dediği Kaddafi’den seçim öncesi propaganda harcamaları için maddi destek almıştı. Şimdi “Ulusal Geçiş Konseyi”ni ilk tanıyanlar arasında yer alan Fransa işgale verdiği destek sonucu payını almak için ellerini ovuşturuyor. Bu arada Libya’da kurulan yeni petrol şirketinin yetkilileri “ayaklanmayı aktif olarak desteklemeyen ülkeler Libya petrol pazarından dışlanacaktır” diyerek, bu paylaşımdan Rusya’nın faydalanamayacağını ima etmişlerdir.

 

Halkların özgürlük ve barış talebi emperyalizmin varlık koşunluyla temelden çakışmaktadır, böyle bir sorunu da yoktur. Saldırı demokrasi sorunu değildir. Ülkede rast gele silah sıkan, insanları kışkırtan, para ve silah sağlayan NATO ve CIA’nin terör uzmanları, paralı askerleridir. Halkı yoğunluğu yüksek bir iç savaşa sürükleyerek ülkenin denetimini sağlam kazığa bağlamak istemektedir. Hedef Ortadoğu halklarını köleleştirecek BOP kapsamında Kuzey Afrika’nın en önemli ülkesindeki çıkar dengelerini yeniden şekillendirmek, bölge zenginliklerini tamamen ele geçirmektir. Bu işgal operasyonu tüm dünyanın gözü önünde Libya halkına “demokrasi” getireceği iddiası ile sürdürülmektedir.

 

Libya’da savaş yeni başlamıştır. Bir aşiretler ülkesi olan Libya’da emperyalizm adına “istikrar” sağlanması kolay olmayacaktır. Günümüze dek yaşanan süreç ve değişen koşullar içinde emperyalizmle tam uyum kuracak teslimiyetçi hükümet çabalarına karşın, aşiretler pastadan pay alma kavgasına gireceklerdir.

 

Talandan aslan payını kendisine saklayan ABD, petrol ve doğalgaz gelirlerini aşiretlere dağıtırken Kaddafi kadar “cömert” olmayacaktır. Bugüne kadar gelmiş çıkar ilişkileri yeniden şekillenirken çatışmalar patlak verecek, ölü sayısı arttıkça halkın tepkisi artacak, emperyalistlerin işi zorlaşacaktır.

 

TUNUS, MISIR, YEMEN, BAHREYN, SURİYE VE LİBYA’DA NELER OLUYOR?

 

Bu ülkelerin en önemli ortak özelliği, emperyalistlerin BOP kapsamında “yeniden yapılandırma” süreci içine dahil edilmiş olmalarıdır. Ekonomik ve siyasal olarak bu ülkelere yeni bir düzenleme getirerek, her yönüyle kendine bağlı ülkeler konumuna getirmek. Dünya konjonktürünü göz önünde tutarak, kendi ihtiyaçlarına, pazarın ihtiyaçlarına uygun hale getirebilecek bir düşünceyle davranmaktadır. Ve bu düşünce bugünün değil, neredeyse 20 yıldır emperyalistlerin planlarında var olan bir düşüncedir.

 

Bu ülkelerin tümü diktatörlerle yönetilmektedir. Ve birçoğunda zengin enerji kaynağı olan petrol vardır. Ekonomileri temel olarak petrole dayanmaktadır. Ancak petrolden elde edilen bu rantın çok büyük bir bölümü, ülkeyi yöneten iktidarlara ve onların yakın çevresine gitmektedir. Bu durum da, ülkede büyük bir yoksulluk ve gelir dağılımında büyük bir adaletsizlik yaratmaktadır. Ülkelerde sanayiden söz edilemeyeceği için ve çalışabilecek insan sayısı çok fazla olduğu için, büyük bir işsizlikle birlikte açlık söz konusudur.

 

Bu ülkelerin ekonomisi, emperyalist pazarlarla bütünleşememiştir. Hala kapitalizm öncesi ekonomik ilişkileri bünyesinde taşıdığından, elde edilen sermaye dağınıktır. Halka bölüştürülmediğinden, ülke içi tüketim neredeyse yok denecek kadar azdır. Ayrıca diktatörler iktidarı elinde tutmak için halka yoğun baskı ve zulüm uygulayarak, halkı canından bezdirerek patlamaya hazır bomba haline getirmiştir.

 

Halklar açısından, sistemi değiştirme, dönüştürme potansiyeli özünde yoğundur. Ve bu durum emperyalistleri korkutmuştur. Çünkü önemli enerji kaynaklarına sahip olan bu pazarlar sistemden koptuğu an, genel anlamda tüm dünyayı sarsacak bir süreci başlatabilir.

 

Gelişmelerin patlak verip, sokak gösterilerinin başladığı ana kadar, bu ülkelerin gerici iktidarlarıyla her türden ekonomik-siyasal ilişki ve işbirliği içinde olan; son süreçte yaşanan olaylara kadar diktatörlerin iktidarda kalması için gerekli her şeyi yapan emperyalistler; gelinen aşamada, konjonktürel gelişmeler ve o ülkelerin mevcut durumlarından kaynaklı olarak, bu iktidarların artık ihtiyacı karşılayamayacağı düşüncesiyle müdahale ve işgal sürecini başlatmışlardır.

 

Bu süreç birden bire başlamamıştır elbette… O ana kadar ve öncesinden o ülkelere çeşitli nedenlerle göndermiş olduğu “ajan faaliyetini” sürdüren değişik meslekten insanlarla, halkların iktidarları protesto etmeleri için zemin hazırlanmıştır.

 

Bu zemin üzerinde, ilk olarak yoksulluk, işsizlik ve açlığın en yoğun yaşandığı Tunus’ta, ilk kıvılcım kendiliğinden çakılmıştır. Bu kıvılcım, tüm halka sıçramış ve kendiliğinden başlayan sokak gösterileri emperyalistlerin müdahalesiyle daha da geliştirilmiş ve iktidarlar alaşağı edilmiştir. Gelişen olaylara, sonrasında yön vermeye çalışan, öncülük eden gruplara baktığımızda, bunların da emperyalistlerin denetiminde olduklarını görebiliyoruz.

 

Bu gruplardan birine dikkat çekmekte yarar var; Müslüman Kardeşler Örgütü, bu süreçte rol oynayan en önemli gruplardan birisidir. Diktatörlerin o ana kadar korkulu rüyası ve ülkelerde, neredeyse tek muhalif grup olan bu örgüt, geçmişinde radikal islamı savunmaktaydı. Şeriat kanunlarıyla yönetilen bir ülke için mücadele ederken, son gelişmelerle birlikte; ABD emperyalizminin radikal dincileri düşman ilan edip, onları yok etmek için, sürekli saldırması ve onların yerine de “ılımlı islam” politikalarını hayata geçirerek, bu türden örgütleri denetimine alma girişimi, Müslüman Kardeşlerle Washington’da kapalı kapılar ardında yaptığı görüşmelerle, bulundukları ülkelerde iktidar olmalarını vaat ederek “değişmelerini” sağlamıştır. Bu değişim “AKP”leşmeye kadar gitmektedir.

 

Gelişmeler sonucu ülkesini terk eden iktidarların yerine kurulan “geçici hükümetlerin” hepsinde Müslüman Kardeşler örgütünü görmek mümkündür. Bire bir benzerlikler olmasa da Mısır’da yaşananlarda Tunus’ta olduğu gibi, başlangıcından itibaren emperyalistlerin müdahalesi ve yönlendirmesi devam etmektedir.

 

Bugün gerek Suriye’de, gerek Yemen’de ya da daha küçük çapta olsa da diğer Afrika ve Arap ülkelerinde de emperyalistlerin izi çok net görülmektedir. Burada ki müdahaleler fiili müdahale değildir. Genellikle lojistik silah ve teknolojik destek biçimindedir. (Bu müdahaleleri yapan ülkelerden biri de T.C.’dir. T.C.’nin burada rolü yadsınamaz önemdedir.)

 

SURİYE’DEKİ DURUM

 

Suriye, Irak, Libya, Suudi Arabistan gibi petrol zengini bir ülke olmadığı halde (900 milyar m3 doğalgaz rezerve ve günlük 700 bin varil petrol üretimi vardır.) BOP’da çok önemli bir konumu vardır. Devlet gücünü elinde tutan Şii kökenli iktidarı tamamen kendi işgal planlarına uyumlu hale getirmeyi hedefleyen emperyalizm, diktatör Esad ve ailesinin zenginliğine karşı ülkede yaşayan farklı mezhep ve etnik gruplardaki işsiz ve yoksulları maniple etmektedir.

 

BOP’un önünde en büyük engel olarak görülen İran’ın kuşatılması ve yalnız bırakılması için önce Irak ve sonra Suriye’nin yeniden düzenlenmesi gerekiyordu. Suriye ve İran’a yapılacak saldırılar kapsamında savaş Irak’tan başlatıldı. Ancak hesap tutmadı. Saddam iktidarının ortadan kaldırılmasına rağmen direniş bir türlü önlenemiyor, işgal orduları Irak’tan bir türlü çıkamıyor, savaş sürdükçe durum daha da güçleşiyor.

 

22,5 milyon nüfuslu Suriye’de en büyük azınlık Alevilerdir. Halkın %15’i Alevi, %6-7’si Dürzi, %12-13’ü Hıristiyan ve geri kalanları da nüfusun çoğunluğunu oluşturan Sünni Müslümanlardır. Sünnilerin %10-12’si Kürt, %1-2’si Türkmen geri kalanları da Arap’tır. ABD Beşir Esad karşısındaki karışık etnik gruplardan oluşan muhalefeti 15 Mart’tan bu yana kışkırtmaya devam ediyor. Ancak toplumun değişik ve farklı kültürel kesimlerinden oluşan muhalefet güçlü değil. Ülkenin her kesimin rejime desteği sürmektedir. Bu kesimlerin başında gelen Kürtler ülkedeki tüm dengeleri değiştirebilecek güce sahiptir.

 

Emperyalist güçlerin, ülke içindeki zayıf muhalefeti kullanarak Esad hükümetini değiştirmeleri olanaksız görünüyor. NATO güçlerini kullanması için AB’den karar bekleyen ABD’nin önünde Rusya ve Çin engeli duruyor.

 

İçerideki muhalefetin zayıf oluşu ve BM’de NATO işgal kuvvetlerini sokamayacağı sonucuna ulaşan ABD ve Avrupalı emperyalistler, saldırı planlarını Türkiye üzerinden gerçekleştirmek için hareket geçti. BOP’un örnek ılımlı İslam ülkesi Türkiye bölgedeki hassas dengeler üzerindeki önemli ödev ve görevlerini yerine getirmek için Suriye’yi hedefine koydu.

 

Suriye’ye bir dizi politik, ekonomik ve askeri saldırı hazırlığına başlayan Türkiye’nin sık sık dile getirdiği “Suriye ile sıfır problem” politikası, yerini “Suriye sorunu bizim iç politikamızdır” politikasına bırakmıştır. Beşir Esad ile görüşmeye giden dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu ABD’nin notasını iletmiş ve “operasyonları durdurun yoksa müdahale ederiz” tehdidini savurmuştur. Savaş çığırtkanlığına soyunan burjuva basın-yayın organları desteklemek için kolları sıvamış, Suriye’deki çatışmaları saat başı haberlerde birinci sıraya taşımış, çatışmada yaralanan “özgürlük savaş”çılarını ülkeye taşıyarak hastanedeki görüntülerini göstermeye başlamıştır. Oturumlarda boy gösteren burjuva politikacı ve gazeteciler uzun uzun Suriye’de olup biteni, saatlerce operasyonun detaylarını tartışmaya başlamışlardır.

 

Oligarşiyi rahatsız eden başka bir konu ise Suriye’deki Kürt azınlığın demokratik özerklik talebi ve bu doğrultuda örgütlenmesidir. Esad yönetimi bu oluşuma sıcak bakmakta, hatta Türkiye’nin tutumu sonucu olumlu yaklaşıma doğru tavır alacağı ortaya çıkmaktadır. Suriye’de kurulacak özerk bir Kürt devleti ihtimali Türkiye için bir kabustur. Suriye karşıtlığı politikalara karşılıklı emperyalizmden aldığı onay ile Kandil dağı ve sınır ötesine İran ile ortak başlattığı operasyonda sivil Kürt köylerini bombalamaya başlamıştır. Ordunun kayıpları üzerinden gerici milliyetçi manevralarla BDP’yi yıpratmayı hedefleyen oligarşi aynı zamanda İran’da ciddi bir güç haline gelen PJAK’a gövde gösterisi yapmaktadır.

 

Emperyalizm, Türkiye’nin Suriye’ye müdahale etmesini istiyor. Bunun alt yapısı hazırlanmaktadır. Sokağa döktüğü insanlarla Beşar Esad’ı deviremeyeceğini anlayan ABD ve batılı emperyalistler bu görevi Türkiye’ye verdiler. Savaş sonrası gelecek “zafer”le bölgedeki konumun çok güçleneceği hesabını yapan oligarşi aynı zamanda Suriye’de oluşabilecek bir özerk Kürt devletinin önünü almayı, böylece bölgedeki stratejik önemini korumuş olmanın hesaplarını yapmaktadır. Bu savaş Türkiye’nin bölgedeki durumunu artırmak yerine düşürecektir.

 

Suriye’ye yapılacak bir operasyon İran’ın ciddi bir tepkisine neden olacaktır. Türkiye bir taraftan Suriye’ye karşı yürütülen operasyonları sürdürürken diğer tarafta İran’ın savaşta taraf olma ihtimali ile karşılaşabilir. ABD güdümündeki bu operasyon içine giren Türkiye’nin başarı ile çıkması mümkün değildir. Sonuç ortaya çıktığı zaman Türkiye’de ki Kürt ulusal mücadelesi ivme kazanacak ve Demokratik Özerklik talebi daha yüksek sesle dile getirilecek, aynı doğrultuda Suriye’deki oluşuma katkı büyüyecektir. Kürtlerin alacağı tavır bölgedeki durumun seyri açısından çok önemlidir.

 

ABD ve Avrupalı emperyalistler, Suriye “sorunun” bölgesel ortak özellikleri barındıran Türk ve Arap müdahale gücünün çözeceğini ifade ediyorlar. Bunun anlamı Suriye’ye NATO’nun değil Türkiye ile işbirliği içine sokulacak olan bir Arap ülkesinin askeri gücüdür. Önümüzdeki süreçte içerde Kürt halkına daha fazla baskı ve sınır ötesi operasyonlar gündeme gelecektir. Halkı kışkırtma ve savaş psikolojisine sokmak için her türlü manipülasyon tezgahlanacaktır.

 

Müdahale edilen bir diğer ülke de Bahreyn’dir. Bahreyn’de bugüne kadar birçok defalar tekrarlanmış, ancak tüm bu gelişmeleri de fırsat bilerek, daha çok Şiilerin tepkisi söz konusu olmuştur. Sünni iktidara karşı yaşanan bu olaylar daha çok İran destekli olmuştur. Ve tüm Arap yarımadasında bulunan Şiileri de etkilemesi bakımından, destek bulmuştur.

 

Ancak, özellikle yeni bir Şii iktidarın, İran yanlısı olacağı ve İran’ın elini güçlendireceği kaygısıyla emperyalistler yine sadık uşakları olan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni bu ülkenin üzerine salmıştır. 1500 asker gelişmeleri bastırmak adına Bahreyn’e girmiş ve katliamlar yaparak yüzlerce insanı öldürmüştür. Keza Yemen’de de aynı durum yaşanmış, protestocular katledilerek bastırılmaya çalışılmıştır. Çifte standart davranan emperyalistler, buradaki katliamı görmezden gelerek, “insan hakları, demokrasi, özgürlük savunuculuğuna(!)” buralarda girişmemişlerdir. Çünkü mevcut iktidarlarla işbirliklerinin devam etmesi işlerine gelmiştir.

 

AKP hükümeti, müslüman Arap Biriliği ülkelerini etkilemede önemli misyonlar yüklenmiştir. Ve “layıkıyla” görevini yerine getirmiştir. Ancak bir türlü Suriyeli Kürtleri Esad karşıtı gösterilerin içine çekmeyi başaramayan hükümet, uluslar arası protokol da hiçbir resmi niteliği olmayan Suriye’li muhaliflerin oluşturduğu “Suriye Ulusal Konseyi” ile Arap Birliğiyle yapılan görüşmenin hemen arkasından Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Türkiye adına resmi temasa geçmiştir. Böylece emperyalizmin Suriye’de sürmekte olan komploda Türkiye’nin ne kadar önemli bir yerde olduğunu gözler önüne serilmiştir.

 

Ülke içindeki provokasyonla Esad’ı deviremeyeceğini bilen emperyalizm, askeri bir operasyonun hesaplarını yaparken kendi kontrolündeki hükümetlerin oluşturduğu Arap birliğini Beşir Esad’ı ikna etmek için göreve çağırdı. Mısır’da toplanan Arap Birliğinin ateşkes ve uzlaşma çağrısına hemen olumlu cevap veren Esad, ABD’nin hiç beklemediği bir hamle yapmış oldu. Ülkede devlete karşı çatışan muhalif güçlerle silahlarını teslim etmesi şartıyla masaya oturmaya hazır olduğunu söyleyen Esad’a ilk cevap ABD’den geldi. Muhalif güçlere silahlarını teslim edilmemesi yönünde çağrı yapan ABD, Esad’ın hemen istifa etmesini istedi. Böylece emperyalizmin gerçekte neyi amaçladığı bir kez daha su yüzüne çıktı ve teşhir oldu.

 

Beşar Esad bu hamleye karşılık olarak Katar, Bahreyn, Yemen ve Suudi Arabistan hükümet karşıtı muhaliflerle yakın temasa geçerek, Arap Birliği’ni oluşturan hükümetlere karşı koz olarak kullanacağı bir güç oluşturmaya çalışıyor.

 

Suriye’ye karşı yapılacak herhangi bir emperyalist saldırı karşısında İran’ın harekete geçeceğini bilen emperyalist güçler bu olasılığı göze alamıyor. Fırsat kollayan Hizbullah ve Hamas, işgal altında ki Filistin topraklarındaki İsrail güçlerine düzenleyeceği saldırılar, Suriye ve İran güçlerinin Türkiye’de ABD ve NATO üslerine düzenleyeceği askeri operasyonlar eş zamanlı olarak birbirini tetikleyecek, bölgedeki işgal güçleri çok önemli kayıplar verecektir.

 

Tıpkı Irak’ta olduğu gibi İran’ın nükleer silah ürettiği, iddiasıyla ABD gerçekleştireceği askeri müdahaleye emperyalist cepheden en geniş desteği planlamaktadır. İçinden hiç çıkamadığı krize geçici çözümler bulmak adına her yol deneyecek olan emperyalist işgal güçlerinin, Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da hedefi yıllarca zor koşullar altında yaşam mücadelesi veren yoksul halklar olmuştur. Hedef daha fazla sömürü, daha fazla yoksulluk ve sefalettir.

 

LİBYA’YA YAPILAN MÜDAHALE; SALDIRI VE İŞGALDİR

 

Libya lideri Kaddafi 1969’da askeri bir darbeyle başa geçmiş olmasına rağmen, ülke kaynaklarını –petrolü- kamulaştırarak o güne kadar tüm işletmelerin sahibi olan emperyalistleri ülkesinden kovmuş ve ABD’nin var olan üslerini de kapatmıştır. Emperyalistler için önemli bir kayıp olan Libya’da, petrol gelirleri halkla paylaşılmış, temel ihtiyaç maddeleri parasız olarak halka verilmiştir (elektrik, su, sağlık, eğitim, konut vs. ücretsizdir).

 

Tüm küçük-burjuva milliyetçi iktidarlarda olduğu gibi, başlangıçta anti-emperyalist özellik taşımış, ancak gerek yaşanan gelişmeler, gerekse de iktidarın niteliğinden kaynaklı olarak giderek bu gelirlerin daha çoğunu kendisine ve çevresine aktarmaya başlamıştır.

 

Libya, aşiretlerin oluşturduğu ve aşiret reislerinin de devlet yönetimine katıldığı bir ülkedir. Doğal olarak aşiretler arası çıkar çatışmaları yer yer başlamış ve ranttan büyük payları kendileri almak istemişlerdir. Bu durum emperyalistler için kaçırılmaz bir zemin olmuştur. Ve son dönem yaşanan gelişmeler de bu zemin üzerinden geliştirilmiştir. Bu zeminle birlikte, 1986’da ABD’nin Trablus ve Bingazi’ye özellikle, Kaddafi’nin sarayına saldırısı ve 60 kişinin ölmesi ve “baskıcı diktatör” nedeniyle ambargo uygulanması Libya’nın birçok açıdan sıkışmasına neden olmuştur.

 

Afganistan ve Irak işgaline kadar direnen, o güne kadar tüm ilişkilerini Sovyetler Birliği ve Doğu Bloğu ülkeleriyle sürdüren Kaddafi, 2003’ten –işgallerden sonra- emperyalistlerle ilişkisini geliştirerek ülke ekonomisini yabancılara açmıştır. Bu süreçte İMF’yle de ilişki kurarak, emperyalistlerle bağlarını sıkılaştırmıştır. Bağımlılık ilişkileri geliştikten sonra, emperyalistler Libya’da istedikleri gibi işbirlikçi bir iktidar kurmak, BOP planını hayata geçirmek için zemin yaratma faaliyetlerine başlayarak bu güne gelmişlerdir.

 

Libya emperyalistler açısından önemli bir ülkeydi. Çünkü petrol yatakları çok büyüktü, hatta Afrika’nın en büyük petrol yataklarına sahipti. Enerji açığının bu denli büyük olduğu bir dönemde bu yataklar ele geçirilmeliydi.

 

Bugüne kadar petrol geliri olarak elde edilen sermayenin dağınıklığını önleyerek, (bir kısmı Kaddafi ailesinde, bir kısmı aşiretlerde) merkezi hale getirip, bu sermayeyi emperyalist sermaye ile bütünleştirmek; mevcut pazarı elde edip, orada ki tüketimi arttırarak, ürünlerini o piyasaya sürmek ve serbest piyasa ekonomisini hayata geçirmektir.

 

Önemli bir stratejik bölge olan Libya’yı ele geçirerek, Akdeniz’i denetim altında tutmak ve kendi hegemonyalarını bölgeye hakim kılmak.

 

Emperyalistlerin Libya’da çıkarmış oldukları olayların, ülkedeki sahipleriymiş gibi görünen “müdahaleci”lerin önünü açmak ve ülkeye “demokrasi, özgürlük” getirmek görüntüsüyle, BM’yi de arkalarına alarak saldırıyı başlatmışlardır.

 

Nitekim emperyalistlerin hava saldırılarıyla birlikte, her türlü silahla desteklenmiş, “isyancı(!)”cıların saldırıları karşısında Kaddafi güçleri, Libya halkıyla birlikte büyük bir direniş sergileyerek, emperyalistleri yer yer bozguna uğratmıştır. Bu mücadele sayesindedir ki, emperyalistler ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar ve Irak’ta, Afganistan’da karşılaştıkları bozgunu bir kez daha yaşamamak için, biran önce bitirmenin hesaplarını yapmaktadırlar. Ancak bu hesaplar Kaddafi’nin ölümünden sonra iyice açmaza girmiş, asıl savaş yeni başlamıştır. Şimdiye kadar aşiretlerin yönetiminde ve tamamına yakın kesiminin silahlı olduğu ve kabile anlayışı ile yönetilen halkın yeniden paylaşım düzenine karşı vereceği tepki emperyalistlerin başına bela olacaktır. Kaddafi’nin öldürülmesini tıpkı Saddam gibi tüm dünyada naklen izlediği yargısız infazın amacı Mahmut Ahmedinecad ve Başer El Esad’a “teslim olmazsanız sonunuz budur” mesajı göndermektir.

 

Saddam gibi kirli ilişkilerin ortaya çıkmaması telaşı, alelacele ortadan kaldırılan Kaddafi’yi diktatör olarak ilan eden, bir avuç NATO destekli muhaliflere her türlü imkanı sağlayan emperyalistler muhalif güçlerin karşısında direnen ve düzeni desteleyen milyonlarca kişinin Kaddafi’yi destekleyen gösterilerini hiçbir zaman göstermediler, yazmadılar. Trablus’ta, Sirte’de milyonlarca kişinin düzen yanlısı gösterilerinden hiç bahsetmediler.

 

Demokrasi, barış ve özgürlük vaatleriyle Libya’daki gerçek yüzünü kitlelerden kaçırmaya amaçlayan emperyalizm gelinen süreçte işbirlikçi muhaliflerden beklentisi İslami kuralların geçerli olduğu şeriat devletinin kurulmasıdır.

 

Diktatörlükle yönetilse de, halka baskı ve zulüm uygulansa da; o ülke de halkın demokrasisini, özgürlüğünü, bağımsızlığını sağlayacak olan, o ülkenin kendi halkıdır. Zalim diktatörleri de iktidardan alaşağı edip, halkın kendi iktidarını kuracak olan da yine Libya halkının kendisidir. Bu nokta da, emperyalistlerin, sahte yardımlarına, “demokrasi”, “özgürlük”, “barış” ihracına, hiçbir halkın ihtiyacı yoktur. Kaldı ki, insanlık adına kutsal değerler olan, demokrasi, özgürlük, bağımsızlık gibi olgular emperyalistler tarafından halkalara sadece acı, baskı, zulüm taşıma anlamına geldiğini, tarih tüm dünya halklarına göstermiştir. Ve artık emperyalistler bu türden söylemlerle kimseyi kandıramayacağını çok iyi görmektedir. Irak’ta, Afganistan’da gördüğü gibi.

 

YAŞANAN GELİŞMELERDE T.C.’NİN ROLÜ

 

Emperyalistlerin, BOP çerçevesinde, T.C.’ye yükledikleri misyonun gerekleri net olarak başlangıcından bugüne görülmüştür. Ki ılımlı islam politikası çerçevesinde seçilmiş olan AKP hükümeti, bu gerekleri en iyi şekilde yerine getirerek, emperyalistlerin çıkarlarını gözetmeye devam etmiştir, edecektir…

 

90’lardan bu yana emperyalistlerin, Ortadoğu’da ki stratejik çıkarlarının bekçiliğini yapan T.C. ileri karakol rolüne soyunarak bazen jandarma bazen de truva atı olmuş ve emperyalistlerin isteklerini bir bir yerine getirmiştir.

 

Türki Cumhuriyetlerle olsun, Ortadoğu’da, Asya’da, Afrika’da ki hatta Avrupa’da ki kimi Müslüman ülkelerle olsun, İslamiyet temelinde, ilişkileri geliştirmiş. Emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda görevler üstelenmiştir.

 

Özellikle Libya’da halkın Kaddafi’ye karşı kışkırtılmasın da –ki Kaddafi’nin oğlu bunu net olarak açıklamıştır- önemli bir parmağı vardır. İkiyüzlü bir politika izleyerek, hem Kaddafi’ye dost görünmüş, hem de içten içe Kaddafi’ye karşı halkın kışkırtılmasında emperyalistlerin istediği yönde davranmıştır.

 

Arap Birliği’nin, bu işgale destek ve onay vermesinde de T.C. hükümetinin önemli bir katkısı olmuş ve BM’de oylamaya olumlu yönde oy vererek, AB’nin de olumlu oylarını almıştır.

 

İşgali, sözde “insani yardım” yapma ve lojistik destek verme temelinde, mecliste kabul ettirmişse de, bunun böyle olmadığı geçmiş deneylerle bilinmektedir. “İnsani yardım” görüntüsü altında, cephanelik ve muhaliflerin ihtiyacı olabilecek tüm malzemeler gönderilecektir, gönderilmiştir de… Bu görüntü, Türkiye halkları nezdinde kendinin işgale katılımını meşrulaştırmak ve toplumun tepkisini çekmemek için yapılmıştır. Ayrıca mecliste bulunan muhalefet partilerinin de onayını almak, toplumsal mutabakat açısından gerekliydi.

 

Nitekim CHP en başında BM kararıyla alınmış olan bu işgalin ve AKP’nin politikalarının doğru olduğunu belirterek halklara yapılan saldırıya onay vermiş ve emperyalistlere şirin görünmüştür. Daha önemlisi “halkçı” bir partinin gerçek yüzünü de göstermiştir.

 

En büyük ikinci gücü olan Türkiye, Nato’ya komuta devredildiğinde; söylenenlerin de, yapılanların da her hangi bir hükmü kalmamış ve bir kez daha emperyalistlerin “askeri gücü” olarak savaş meydanlarında ki yerini almıştır.

 

SOLUN TAVRI

 

Olayları görünen yanlarıyla değerlendirerek, yanlış sonuçlar ve yanlış tavırlar belirleyerek, tam bir çıkmaz içinde olan sol örgütlerin birçoğu, kaba materyalist değerlendirmeleriyle idealizm batağının içinde olduğunu topluma göstermiştir.

 

Emperyalistlerin demagojilerinden, manipülasyon politikalarından etkilenerek, at izini iti izine karıştıracak kadar ileriye gitmiş ve tüm bu yaşananları, devrimle, gerçek halk ayaklanmalarıyla karıştırmışlardır. O kadar ileri gidenler olmuştur ki, bu “isyanları” devrim diye selamlamışlardır. Tüm bu “selamlamalar” aslında bir mesaj olarak belli yerlere gitmiştir. Oligarşi olsun, emperyalistler olsun, bu noktada onlara “aferin çocuklar” demiştir. Bundan emin olabilirler.

 

Bu “selamlamalar”la kitlelere de önemli mesajlar vermişlerdir. Ülkemiz için de böylesi bir yol ve yöntemin doğru olabileceğini, değişim ve dönüşüm yaşanabileceğini ve kendilerinin gerçek devrim, mücadele, örgütlenme gibi dertlerinin olmadığını göstererek, oligarşiyle bir arada bu sistem içinde rahat rahat yaşayacaklarını ortaya koymuşlardır.

 

Evet, “sol”un mesajları ve sözleri bunlardı yaşanan gelişmeler karşısında. Çok da şaşırmamamız gerekir tüm bunlara. Çünkü geçmişe baktığımızda, bu yönleriyle olumlu bir tavır görmedik. Hatta doğru tavır koyanları nasıl eleştirdiklerini, Romanya olaylarında, 1. Körfez Savaşında vb. olaylarda görmüştük. O nedenle “sol”a diyecek fazla bir sözümüz yok. Çünkü “sol yine aynı sol”…

 

YENİDEN EMPERYALİST İŞGALDE DEVRİMCİ TAVIR

 

Devrimci bir hareket, kendi iç dinamiğiyle gelişmiş devrim mücadelesiyle, kendiliğinden patlak vermiş isyanları birbirine karıştırmaz. Üstelik bu olayların en başından, sonuna kadar emperyalistlerin kendi çıkarları doğrultusunda geliştirdiğini net olarak görür ve tavrını da ona göre belirler. Emperyalist müdahalelerin değişik biçimlerinin yaşandığı Kuzey Afrika ve Arap yarımadasında ki bu gelişmeler, özellikle Libya işgaliyle emperyalistlerin iğrenç yüzünü bir kez daha tüm dünya halklarına göstermiştir. Halkları iliğine kadar sömüren, savaş ve kanla beslenen emperyalistlerin dünya halklarına, sadece kan, acı ve gözyaşı sunduğu gerçeğiyle, ona karşı verilecek mücadelenin yükseltilmesinin ne kadar elzem olduğunu ortaya çıkarmıştır.

 

Libya’da da “özgürlük”, “demokrasi” adına, emperyalist cinayetler zincirine bir yenisini daha eklemeye çalışmaktadır. M-L olarak emperyalistlere karşı tavır alışı içeren politikalar belirleyerek; emperyalizmi teşhir etme, işgalin emperyalist ve gerici karakterini öne çıkararak; halklarımızda, işgaller ve savaşlar karşıtı bir bilinç yaratıp onları sınıf mücadelesi temelinde örgütlemeye çalışmalıyız. Ayrıca ortaya çıkan koşulları, enternasyonal dayanışma temelinde geliştirerek, Libya halkının yalnız olmadığını göstermeliyiz.

 

Anti-emperyalist mücadeleyi yaşamın her alanına yayarak, tıpkı geçmişte olduğu gibi, emperyalistlere ve işbirlikçilere karşı örgütlenerek, mücadelemizi büyütmeliyiz.

 

YAŞASIN ENTERNASYONALİST DAYANIŞMA!