Gençlik

"Gençlik Gelecektir" Geleceği Kazanmak İsteyenler Gençliği Örgütlemek Zorundadır!(*)

 

(*Bu yazı ilk defa Ocak 1997 tarihli Devrimci Çözüm Dergisi’nin 2. sayısında yayımlanmıştır.)

 

“(...) Bizde, devrimin partisinde gençlerin ağırlıkta olması doğal değil midir? Biz geleceğin partisiyiz, gelecek ise gençliğindir. Biz toplumu yenileştirenleriz, gençlik yenileştiricileri seve seve izler. Biz eski kokuşmuşluğa karşı özveri ile yürütülen bir mücadele partisiyiz. Özveri isteyen bir mücadeleye ilk olarak her zaman gençlik hazırdır.” (Lenin)

 

1985 sonrası gençlik gerek akademik mücadelede, gerek politik mücadelede etkin bir biçimde yer almıştır. 12 Eylül cuntasının yarattığı ortamın dar kapılarını yıkan, siyasal çalışmadan uzaklaştırıldığı düşünülen gençlik yeniden hak ettiği yere gelme çabasındadır.

 

Öğrenci derneklerinin kuruluşu önündeki yasakların kaldırılmasını izleyen dönemde, hızla öğrenci dernekleri kurulmaya başlandığı gibi, toplantı, gösteri ve yürüyüş yapmaları, yürümeleri yasaklanan öğrenci gençlik bu yasakları bir kenara atarak görevlerini yerine getirmeye başlamıştır. Öğrenci gençliğin cunta sonrasında attığı ilk adımlarda büyük oranda kendiliğindencilik vardı, ancak gençliğin mücadelesine hakim olan kendiliğindenciliğin içinde devrimci gençlik örgütlenmeleri de filizleniyordu. Gençliği kendiliğindenciliğin çıkmaz yoluna sokmak isteyenlerin bir dönem etkin olmaları söz konusuydu. Ancak bu süreçte gençliğe önderlik edenlerin devreye girmesiyle birlikte revizyonist, burjuva milliyetçisi eğilimlerin etkinliği kısa sürede kırılmıştır.

 

Gençlik, cuntanın üniversiteleri ve liseleri birer askeri kışlaya çevirdiği koşulları kabul etmek istemiyor, buna yönelik mücadeleyi yükseltiyordu. Açlık grevleri, protesto gösterileri, yürüyüşler, boykotlar, işgaller ile istemlerini geniş kitlelere duyurarak haklılığını kabul ettirmiştir.

 

Gençliğin haklı istemlerini kitlelere mal ettiği süreçte, aynı zamanda işçi ve memurların eylemliliklerine katılarak destek vermesi; devrimci mücadele ile bütünleşmesi; Kürt ulusal sorununun gelişimine duyduğu ilgi ve Kürt halkına yönelik asimilasyon ve soykırıma yönelik tepkileri karşısında oligarşi yeni bir takım önlemlere başvurma gereksinimi duymuştur. Öğrenci gençliğin devrimci mücadeleye ve Kürt ulusal mücadelesine katılımını gözlemleyen oligarşi, gençliğin ilgi noktalarını değiştirme çabasına hız vermiştir.

 

Öğrenci gençlik hareketi cunta sonrası yaşanan yenilginin izlerinden kurtulma çabası içerisindeyken, özellikle revizyonistler ve burjuva milliyetçileri gençliği etkinliği altına almaya çalışıyorlardı. Öğrenci gençliğin cuntanın etkisinden kurtulmaya çalıştığı süreçte revizyonistlerle burjuva milliyetçilerinin kültür-sanat faaliyetleri ve diğer bazı örgütlenmelerle gençliğin içine girmeye çalıştığını görüyoruz. Kısa bir dönem bu konularda bazı adımlar atsalar da, bir dönem sonra DEV-GENÇ öğrenci gençlik örgütlenmelerindeki bu pasifist akımların etkinliğini kırmıştır. Ancak devletin öğrenci gençliği akademik-demokratik mücadele ile devrimci mücadeleden vazgeçirme yönündeki yoğun çabasına karşın DEV-GENÇ bu olumsuz gelişimi boşa çıkaracak faaliyetleri örgütleyememiştir. Gelişim sürecinin sorunlarını yeterince çözümleyememe ve sorunları giderebilecek karşı önlemler ile üstüne gidememe noktasında kendimizi sorgulayabilmeliyiz. Geleceği yaratabilmek için gençliği kazanmak zorunluluğunu duyan Devrimci Hareket, son yıllardaki eksiklikleri, yapılan hataları ortaya sermek durumundadır.

 

Son yılların değerlendirmesini özeleştirel açıdan yaparken, oligarşinin gençliği başka kanallara çekme noktasındaki politikalarını ve bu noktada başarılı olup olmadığına da değineceğiz. Çünkü Devrimci Hareket’in eksiklikleri yanı sıra, devletin çabaları da genelde toplumda olduğu gibi, özelde de gençlik üzerinde olumsuz sonuçlar yaratmıştır. Bu olumsuzluklar, gençliğin akademik sorunlara ilgisini azalttığı gibi, siyasal gelişmelere karşı duyarlılığını da olumsuz yönde etkilemiştir.

 

12 EYLÜL CUNTASI SONRASINDA GENÇLİĞİN İLGİSİ SİYASAL GELİŞMELERİN DIŞINA AKTARILMAK İSTENMİŞTİR

 

a) Sol’un yenilgisi gençliği olumsuz tarzda etkilemiştir.

 

12 Eylül cuntasının ilk görevlerinden birisi toplumsal bilinci, duyarlılığı yok etmek olmuştur. Sol’un kalıcı anlamda yenilgiye uğratılabilmesi için toplumsal alışkanlıkların, kültürün, yaşam tarzının, vb. değiştirilmesi gerektiği düşüncesiyle hareket etmiştir. Emperyalistler ve Türkiye oligarşisi, bunları gerçekleştiremedikleri takdirde, devrimci örgütlenmenin yeniden ve daha güçlü biçimde filizlenip kök salacağının bilincindedir.

 

12 Eylül sonrasında 1 milyon devrimci-demokratın, hatta siyasal niteliği olmayan insanların işkenceden geçirilmesi, on binlerce devrimcinin, ilericilerin, ulusalcıların tutuklanması ve yüzlerce arkadaşımızın, çeşitli şekillerde katledilmesi oligarşinin hedefine ulaşması anlamına gelmiyordu. Çünkü devrimci mücadele her dönem yoğun saldırılarla yüz yüze kalmaktadır ve kimi dönemlerde saldırı dalgalarının yükselmesi söz konusudur. Nitekim bugün görünürde bir cunta olmamasında karşın, aynı saldırı dalgası sürdürülmektedir, hatta daha örgütlü, daha bilinçli biçimde saldırılmaktadır. Bu anlamı ile cuntanın varlığı veya yokluğundan öte devrimci hareketin görevi, bütün bunlara hazır olmak ve örgütlü faaliyetler ile bunları boşa çıkarmaktır.

 

Cuntanın gelişi ile birlikte, hemen bütün sol grupların ve Kürt ulusal hareketinin mücadele arenasını terk edip mülteciliği tercih ettiği dönemde, cuntaya karşı mücadele kararı alan Devrimci Sol, bu kararını 1982 sonuna kadar uygulamıştır. 1982 sonrası yenilerek objektif anlamda geri çekilme biçiminde olmuştur. Cuntaya karşı mücadelede genelde sol örgütler ile Kürt ulusal hareketinin kaçışı tercih ettiği ortamda, Devrimci Hareket yenilgiden kurtulamamıştır.

 

Cuntanın işbaşına geldiği koşullarda DEV-GENÇ’in üniversitelerde küçük çaplı da olsa faaliyetleri sürdürmüştür. Legal ve yarı-legal ilişkilerin illegaliteye dönüştürülmeye çalışıldığı süreçte, cuntanın vurduğu darbelerin sonucunda öğrenci gençlikle bağlar hemen tamamıyla kopmuştur. DEV-GENÇ örgütlülüğü 1981 yılında çalışmalarını sürdürmesine karşın etkinlik kuramamıştır.

 

Sol’un yenilgi yaşadığı yıllarda, bu olumsuzluk gençliği de işçi-emekçiler gibi etkilemiştir. 12 Eylül’e kadar üniversitelerin saflaştığı bir ortam yaşanmış, öğrenci gençlik ise sadece üniversitelerde değil liselerde de örgütlü çalışmalar yaratmıştır. Sol örgütlerin kadro kaynaklarından birisi de gençlik olmuştur. 12 Eylül’e kadar böylesi bir gelişme yaşanırken, 12 Eylül sonrası yenilgiyle birlikte üniversiteler ile liselerin faşizmin denetimine terkedilmesi, öğrencileri olumsuz etkilemiş, cuntanın saldırıları karşısında direnişler örgütlenememiştir.

 

İşkencelerin, altıların, saldırı ve katliamların uygulandığı ve buna karşılık verilemediği ortamda öğrenci gençlik diğer etkenlerle birlikte geriye çekilmiştir. Liselerin, üniversitelerin ve öğrenci yurtlarının devletin tam denetimine girmesi okulları kışlaya çevirmiştir. Öğrenci gençliğin siyasal mücadeleden kopmasındaki sorumluluk devrimcilere aittir. Cuntaya karşı mücadele etmekten kaçan sol örgütler, gençliği de –tıpkı işçileri, köylüleri, emekçi memurları terk ettikleri gibi- terk etmişlerdir. Bunun anlamı ile sorumluluk kendisine devrimciyim, komünistim, devrimci komünistim, Marksist-Leninist’im, vb. diyen sol örgütlerindir.

 

Küçük-burjuva özelliklere sahip öğrenci gençliğin, sol örgütlerin, “mücadelesizliği” tercih ettiği koşullarda kendi başına cuntaya karşı örgütlenmesi ve mücadele yürütmesi beklenemezdi.

 

b) Toplumsal dejenerasyon gençlikte başlatıldı

 

Cunta öncesinde siyasal mücadelenin her geçen gün kitleselleşerek ve radikal çizgide gelişmesi nedeniyle, oligarşi belirlediği politikaları uygulayamıyordu. Ayrıca, oligarşi kendi iç hesaplaşmaları ve yönetme krizi yaşıyor olması dolayısıyla adım atamıyordu. Ancak, 12 Eylül faşist cuntası görevi devraldığında, oligarşi içi hesaplaşmalara tekelci sermaye adına müdahale ederek, belirli bir dönem bu çatışmalara dur demiştir.

 

Yıpranan devleti restore etmek amacıyla yönetime el koyan cunta, emekçi kesimlere olduğu gibi öğrenci gençliğe de yönelmiştir. Okulları tam anlamıyla askeri kışlaya çeviren faşist cunta, sadece polis ve jandarma ile değil, okullara yerleştirdiği faşist öğretmenler aracılığı ile de terörü daha da yaygınlaştırmıştır okullar da birer işkence yuvasına dönmüş, öğrenci dövmeler, cezalandırmalar, okuldan atmalar yönetmelikler çerçevesinde olağanlaştırılmıştır. Faşist ve gerici yöneticiler ile üniversitelerdeki senatolar aracılığıyla cunta sıkı bir denetim kurmuştur. YÖK örgütlenmesi ile üniversiteleri kendine bağlamıştır. Rektörlerin ve dekanların atanması bile cuntacı generallerin belirleyiciliğine terk edilmiştir.

 

Cuntacılar eğitim sistemine ilişkin önceden planlanmış adımları attılar. Ancak, sadece uygulanan eğitim sistemi değildi öğrenci gençliği siyasal duyarlılıktan kopartan, aynı zamanda toplum genelini etkisi altına alan dejenerasyon da gençliği çepeçevre kuşatmıştı. Bir süre öncesine kadar gençliği etkileyen siyasal düşüncelerin ürünü olan kültür-sanat etkinlikleri yasaklanmış, bunların yerine emperyalizmin yoz, çürümüş empoze edilmek istenmiştir. Ulusal kültür-sanatın reddedildiği bu ortamda, televizyondan radyoya, sinemadan tiyatroya, ders kitaplarından birer edebiyat eseri olması gereken kitaplara kadar geniş bir yelpazede karşı-devrimci propaganda geliştirilmiştir. Koyu bir milliyetçiliğin, ırkçılığın, anti-komünizmin yaygınlaştırıldığı bu yılların derin izleri hala yaşanmaktadır.

 

Faşist düşünce ve uygulamaların yaygınlaştırıldığı bu dönem, sosyalist sistemin yaşadığı bulanımın karşı-devrimcilere verdiği cesaret ve geniş fırsatlar, ülkemiz solunun ödemek zorunda olduğu faturayı alabildiğine ağırlaştırmıştır. Geçmişte devrim ve sosyalizm düşüncesinin kitlelerde yarattığı sempati ve destek yerini ciddi soru işaretlerine, kaygılara, güvensizliklere terk etmiştir.

 

Cunta yıllarında spor “taraftarlığı” yaygınlaştırılmış, mücadelenin geliştiği kentlerde futbol kulüpleri geniş çaplı maddi yardımlarla desteklenmiştir. Başarı gösteren sporculara yardım verilmesi, sporun geliştirilmesi için yatırımların yapılmasının altında yatan gerçek sporun toplumun gelişmesine katkı sağlayacağı düşüncesi değildir. Bunlar tamamen kitlelerin nötralize edilmesi, ilgi odaklarının spor olması düşüncesidir. “Ben İspanya’yı 3F ile yönettim.” Diyen diktatörün saydığı üç şey; futbol, boğa güreşi, fiesta müziğidir. Ülkemizde de cuntacılar futbol, arabesk ve pop müziği, uyuşturucu alışkanlığının yaygınlaştırılması yanı sıra Türkiye’nin uyuşturucu mafyasının merkezi haline getirilmesi, birahanelerin, meyhanelerin, diskoteklerin, pavyonların ülkenin her köşesine götürülmesi ve seks ticaretinin devlet eliyle teşvik edilmesi gibi her türlü “çürüme”ye yönelik tutumlar devlet politikası olarak uygulanmıştır.

 

Faşist cunta bütün toplumun yaşam tarzını değiştirme çabası içerisinde olmuştur. Sol’un yenilgi yaşadığı koşullarda bu çürümeden, dejenerasyondan ilk etkilenenler de gençlik olmuştur. Siyasetten kopartılan gençlik arayış içerisindedir. Devletin dejenere ilişkileri sunduğu ortamdan kurtulamayan gençlik çürümeye başladı. Ulusal niteliklerinden kopartılan, müzikten televizyona kadar her türlü iletişim kanalı yoluyla karşı-devrimci politikaların bombardımanına tutulan gençlik, emperyalizmin kozmopolit, yoz kültürünün cenderesine sokulmuştur.

 

Öğrenci gençlik içerisinde önemli bir kesimi birahaneleri, diskotekleri uğrak yeri haline getirmişlerdir. Uyuşturucu alışkanlığı teşvik edilirken, medya ahlaksızlığın, köşe dönmeciliğin, bireyciliğin pazarlandığı, gençlere cinsel sapıklıkların öğretildiği bir tuzak halini almıştır. Emperyalistlerin dünyaya pompaladığı “süper starlar” ülkemizde de meşhur olurlarken yerli starları popçular hızla artmaya başlamıştır.

 

Bütün bunların anlamı şudur: Ülkemiz emperyalist ülkelerde yağmur yağmadan şemsiye açan bir konuma “düşürülmüştür”. Bunun gençlik üzerindeki etkisi ise, apolitik, asosyal bir olumsuz tipin yaratılmasıdır. Toplumun bir aynası konumundaki gençlik toplumdan koparılmış, yabancılaşmanın sonucu her türlü dejenere ilişkiye açık hale getirilmiştir. Bunun faturasını ise bütün toplum ödemektedir.

 

b) Gerici-faşist hareketler gençliği örgütlemeye yöneldiler

 

Devrimci mücadelenin yenildiği ortamda gençliği devrimci siyasetten kopartan oligarşi, gençliği karşı-devrimci hareketlerde örgütlendirmek istemiştir. 12 Eylül sonrasında MHP ve MSP’ye de tavır almış gözüken cunta şefleri, öte yandan bu kesimlerin önünü açmışlardır. Kuran kursları, çeşitli gerici-faşist vakıfların organize edilmesi, imam hatip liselerinin hazla çoğaltılması, bütün okullarda gericilerin ve faşistlerin örgütlenmesine devlet tarafından destek olunması, çalışmalarının yönetim ve polis tarafından teşvik edilmesi 1980’li yılların görünümüdür. Devrimci mücadelenin güçsüz düştüğü bu yıllarda, faşistler ve gericiler gençlik içerisinde örgütlenmişlerdir. Öğrenci ve vakıf yurtlarında barındırılan, ülke genelinde sol düşüncenin ve örgütlenmenin gerilediği ortamda iyice pasifize olmuşlardır.

 

1985 sonrasında derneklerin açılmasına izin verilmesiyle birlikte, bu birimleri ele geçirmeye çalışan faşistler ve gericiler başarılı olmadılar. Bunda faşistlerin ve gericilerin öğrenci gençliğe sunabileceği herhangi bir alternatif programlarının yokluğu da etkili olmuştur. Ayrıca, öğrenci derneklerinin yaşatılabileceğine de inanılmıyordu. Derneklerin kurulmasına izin verilmesi sonrası, bu dernekleri üniversite senatolarına bağımlı hale getirme çabaları boşa çıkarılmıştır. Bu süreçte faşistler ve gericiler dernekler kurarak sol örgütlerin etkisini kırmaya yönelmişler devrimci ve yurtsever öğrencilere saldırılar başlatılmış, hatta öldürme veya yaralama türü faşist saldırılar gündeme gelmiştir.

 

Üniversitelerde faaliyet yürüten sivil-resmi polisler ve faşist-gerici gençlerin ortak saldırıları ile öğrenci gençliğin akademik-demokratik ve siyasal çalışmaları önlemeye çalışılmıştır. Devletin bu çalışmaları ilk etapta başarılı olamasa da, devrimci örgütlerin bu durumu değerlendirip çözümler üretememesi zamanla olumsuz sonuçlar yaratmıştır.

 

Üniversitelerde 1960 sonrasında oluşan kısmi özerkliğin tamamıyla ortadan kaldırıldığı ve kışlaya dönüştürüldüğü 12 Eylül sonrası süreçte, devletin çalışmaları bir ölçüde sonuç vermiş; faşist hareket ile gericiler belirli bir kesimi etrafında toplamışlardır. Öğrenci gençliğin büyük çoğunluğu ise, emperyalizm ve oligarşinin yarattığı dejenerasyon ortamında siyasetten, sosyal ilişkilerden kopartılarak kaçışa yöneltilmiştir. Devrimci gençlik hareketi, öğrenci gençlik içerisindeki bu geniş kesimi etkilemekte yetersiz kalmış ve giderek marjinal bir konuma düşmüştür.

 

Devrimci gençlik hareketi geniş öğrenci kitlesinin ilgisini akademik sorunlara, anti-demokratik uygulamalara, ülkemizde ve dünyada yaşanan gelişmelere çekemediği ortamda, faşistlerin ve gericilerin 1990 sonrasında dünya genelinde yaygınlaştırılan milliyetçi, şoven duygulara vurgu yaparak, belirli bir kesimi etkilemeleri söz konusu olmuştur. Sosyalizmin bunalım yaşadığı ortamda, karşı-devrimcilerin bu çerçevede etkilerini geliştirmelerinin sorumluluğu sadece ülkemizdeki Sol’un değil, dünya genelinde, sosyalistlerin yaşadığı problemlerinde de ürünüdür.

 

DEV-GENÇ’İN EKSİKLİKLERİ NELER OLMUŞTUR?

 

1987 yılından itibaren öğrenci gençliğin akademik-demokratik mücadele birlikteliği tartışmaları yaşanmıştır. Sol hareketlerin yenilgiden çıkma noktasında birtakım adımlar atmaya çalıştıkları sırada, gençlik içerisinde pek çok yapılanmanın şu veya bu ölçüde etkisi olması dolayısıyla merkezi anlamda denetimin, disiplinin ve eylem birlikteliğinin yaratılmasında sorunlar yaşanmıştır. Öğrenci derneklerinin federasyon yapılanması olarak merkezi örgütlülüğe kavuşturulması tartışmaları yaklaşık iki yıl sürdürülmesine karşın başarılı olunamamıştır.

 

Öğrenci dernekleri federasyonunun yaratılması için yürütülmüş olan tartışmalar başarısız kalmıştır. Bunun temelinde ise, o süreçte gençlik içerisinde etkinliği bulunmayan gençlik hareketlerinin DEV-GENÇ’in yönetime geleceği kaygıları bulunmaktadır. Ülkemizde sol hareketlerin etkisinin sınırlı olduğu koşullarda muhalefette olma erdemini gösterememesi sonucu federasyon tartışmaları çıkmaza sokulmuştur. Tartışmaların çıkmaza sokulduğu koşullarda DEV-GENÇ düşüncesini savunan gençlik TÖDEF’in kurulmasını kararlaştırmıştır. Keza TÖDEF’in kuruluşu öncesinde de, siyasal hareketler kendi etkinliklerindeki derneklerin marjinallikten kurtulması yönünde herhangi ciddi bir çaba içerisine girmemişlerdir. 1985 sonrasında sayıları hızla artan ve öğrenci gençliğin akademik-demokratik sorunlarına eğilme yanı ile kitlesellik kazanan dernekler, devletin saldırılarını yoğunlaştırdığı süreçte, geniş öğrenci kitlesinin örgütlenip faaliyete sokulamadığı noktada giderek marjinal yapılanmalara dönüştüler. Öğrenci derneklerinin kitle kaybetmeye ve gençliğin sorunlarına yönelik çözüm önerileri ile geniş kesimleri etrafına toplayıp harekete geçiremediği noktada, öğrenci derneklerinin merkezi anlamda federasyonlaşması olumlu bir mesaj sunacaktı. Bunun yanı sıra, öğrenci derneklerinin merkezileşmesi, kendi içinde eksiklikleri taşısa da, pek çok olumluluğu içinde taşımaktadır. Bunun yaratılmaması, giderek öğrenci derneklerinin ve iki ayrı yapılanma (hatta Kürt yurtsever güçlerinin bu iki yapılanma dışında olmasıyla üç yapılanma diyebiliriz) şeklinde hareket etmesi, sorunları büyütmüştür.

 

Öğrenci derneklerinin merkezi örgütlülüğe kavuşturulması mücadelenin geliştirilmesinde olumluluklar yaratacak mıydı sorusu sorulabilir. Düşünce planında pek çok farklılığın olduğu koşullarda federasyon yapılanmasının kendi içinde sorunları olması doğaldır. Fakat her şeye karşın merkezi örgütlülük eylemlilikleri güçlendirecek, daha disiplinli bir çalışmayı gündeme getirebilecekti. Çeşitli gençlik hareketlerinin “başkalarının denetimine girmeme” gerekçesiyle merkezileşmeden kaçındıkları noktada, başka bir sol hareketin denetiminden kaçma adına devletin üniversitelerde denetimini sürdürmesine olanak tanınmıştır. Kaldı ki, federasyon oluşturulduğunda ille de bir yapının yönetime gelebilmesi şansı da hemen hemen yoktur ve doğal olarak birbirine yakın olanların ortak kitlesi ile yönetim oluşturulacaktır. Ancak sol örgütlerin bu konudaki tutarsızlığı ve siyasal olgunluktan uzak tavırları sonucunda tek bir federasyon oluşturulması sağlanamamıştır. Bu süreçte TÖDEF’in oluşturulması kaçınılmaz bir görev miydi?

 

Bu soruya hayır ve evet yanıtları verilebilir. 1974 yılında gençliğin akademik-demokratik platformdaki mücadelede ayrışması kendi doğal seyrinde olmuştur. Revizyonistlerle oportünistler o süreçte Devrimci Gençlik ile bir arada olmak istememiş, ayrışmayı tercih etmiştir. TÖDEF’in oluşum sürecinden önce başlayan tartışmalarda, çeşitli gençlik hareketleri DEV-GENÇ’lilerle birlikte olmaktan kaçınmışlarıdır.

 

DEV-GENÇ’in gücü dolayısıyla akademik-demokratik alanda birlikte örgütlenme durumunda inisiyatif koyamayacakları kaygısıyla birliktelikten kaçınan sol yapıların bu kaygıların giderilmesi için yoğun çaba harcamak gerekiyordu. Ne var ki, çeşitli gençlik yapılarının birliktelikten kaçınmaları ortamında sürdürülen tartışmaları belli bir süre daha devam ettirmek ve akademik platformda birliği yakalamaya zorlamak uzun vadeli çıkarlar açısından zorunluydu. Fakat tartışmaların gidişatı içerisinde olumlu bir zeminin yaratılamaması nedeniyle sağlıklı olmayan bir ayrışma yaşanmıştır.

 

1970’li yıllardaki ayrışma, o sürecin devrimci görevleri noktasındaki farklılıkların yarattığı bir ortamda gelişmesine karşın, 1990’lı yıllardaki olumsuzluğu yaratan ayrışmanın böylesi bir keskin farklılık oluşmamıştı. Bu ayrışmanın sonucunda dernek yönetimlerinin bütünüyle birbirinden ayrılması ve kısa süreçte kitleden kopuşu yaratmıştır. Öğrenci gençlik kitlesi, örgütlenme birlikteliğini ve eylem birlikteliğini ararken, başka bir yapının daha inisiyatifli olması kaygısıyla birliktelikten kaçınanların yarattığı ayrışma öğrenci gençliğin güven arayışını bir ölçüde boşa çıkarmıştır.

 

Devletin de öğrenci gençliğe yoğun saldırıya geçtiği birlikteliği sağlayamayan gençlik hareketlerinin yarattığı güven bunalımı, geniş bir kesimin mücadeleye katılımını sağlama avantajının yitirilmesine yol açmıştır. Bu ayrışmada DEV-GENÇ’in daha sabırlı, tartışmalarda daha inatçı ve birliktelik konusunda diğer yapıları daha fazla zorlayıcı olmalıydı. Bu noktalarda DEV-GENÇ’in yeterli düzeyde zorlayıcı olmadığı ve 1970’li yıllardaki ayrışmayı bir ölçüde taklit etmesi daha sonraki sürecin bir takım olumsuzluklarında payı olmasına neden olmuştur. Bu anlamı ile TÖDEF’in kuruluşu aceleye getirilmemeli ve belirli bir süre daha beklenmeliydi.

 

Eğer diğer gençlik hareketleri birlikten yana olma eğiliminde olsaydılar ve gerek yönetimde gerek muhalefette olma noktasında devrimci mücadelenin gelişimi yönünde çaba harcayabilselerdi, ayrı bir federasyon gereksiz olacaktı. Ancak diğer yapılanmaların birliktelikten kaçındığı ve iki yııl süren tartışmalarda olumlu bir seyir izlenmediği noktada TÖDEF kurulmuştur. Diğer sol yapılanmalar ise platformalar biçiminde bir arada olmaya çalışmışlar, ama bu platformların sağlıklı bir yanı olmamış, mücadelenin gelişimi anlamında katkı sunamamıştır.

 

TÖDEF’in kurulması, öğrenci gençliğin mücadelesinde yeni bir dönemi açabilecek düzeyde üretkenlik ve dinamizm yaratamamıştır. Dolayısıyla, TÖDEF ile diğer sol gençlik hareketlerinin arasındaki platformlar sorunlara kalıcı çözümler üretememiştir.

 

a) Öğrenci federasyonları komsomol örgütlenmeler gibi çalışmışlardır

 

DEV-GENÇ ile TÖDEF’i birbirinden ayırmak gerekiyor. TÖDEF anti-emperyalist, anti-faşist öğrenci kitlesini örgütleme ve mücadeleye sevk etme görevi ile yükümlü olmasına karşın, bu isteme yanıt verilememiştir. Bu noktada, TÖDEF ile DEV-GENÇ birbirinden ayrılmayan adeta özdeşleşen bir hal almıştır. TÖDEF’i devrimci, demokrat, yurtsever gençliğin akademik-demokratik örgütlenmesi aşamasına getirmekteki yetersizliklerin temelinde, bu yapılanmayı DEV-GENÇ olarak gören yanlış anlayış bulunmaktadır.

 

DEV-GENÇ bir “komsomol” örgütlenmesidir. 1970 öncesinde kurulduğunda ise bütün öğrenci kitlesinin örgütlülüğü konumundadır. Ancak 1970’li yıllardan itibaren, DEV-GENÇ Devrimci Hareket’in gençlik örgütlenmesi olarak faaliyetlerini sürdürmüştür. Hatta Devrimci Hareket’in kuruluşu öncesinde bu isimle örgütlenme yaratılmıştır. Keza Cunta sonrasında da DEV-GENÇ bir komsomol örgütlenme olarak faaliyetlere katılmıştır, zaten gerçek niteliği de budur. Ne var ki, TÖDEF’in kuruluşu sürecinde DEV-GENÇ’lilerin en geniş öğrenci kitlesini –anti-emperyalist anti-faşist kesimleri- akademik-demokratik mücadele ekseninde bir araya getirememesi temel sorunun çözümlenemediğini göstermiştir. TÖDEF ile DEV-GENÇ arasındaki farklılığı yeterince kavrayamayan ve her iki yapıyı özdeş gören anlayış, öğrenci gençliğin bugün de yaşamakta olduğu sorunları bugün de çözebilecek kapasiteyi yaratamamıştır.

 

Öğrenci derneklerini ve federasyonu komsomol örgütlenmeden ayırmayan, aralarındaki farklılıkları göremeyen anlayış önemli bir yanlışlığı içinde taşımaktadır. Çünkü mücadeleyi sadece kendi anlayışı ile sınırlı gören ve en geniş kitle içerisinde örgütlenme momentini yakalayamayan gençlik hareketi giderek marjinalleşecektir. 1990 öncesinde öğrenci gösterilerine binlerce öğrenci katılıyor, 6 Kasım boykotlarına katılım yüzdesi kimi üniversitelerde yüzde yüze yakın olabiliyordu. Ancak aradan geçen yıllarda öğrenci örgütlenmeleri gerilediği için bugün bu sayılara ulaşılamamaktadır. Öğrenci derneklerinin isimleri bile unutulmuş, federasyon isimleri de bazı yürüyüşlerde pankartlarda lanse edilir olmuştur.

 

TÖDEF bu eksikliği içerisinde yaşarken, diğer gençlik hareketleri de DEV-GENÇ’in etkisi altına girme kaygısıyla merkezi disipline ve belirli bir mücadele programına sahip olmadan, kendiliğindenci ve “günü kurtarma” mantığıyla hareket etmişlerdir. demokratik kitle örgütlerinde birçok anlayışın bir arada olması dolayısıyla, bu yapılanmalarda kitlesel anlamda güçlü olan ve doğru politikalarla ön planda yer alan hareketlerin diğerlerine göre belirli bir etkinliğinin olmasını ülkemiz sol’u kabul edememektedir. DKÖ’lerindeki eylem birlikteliğini, başkalarının denetimine girmek olarak algılayan sol hareketler, bunun doğal sonucu olarak demokratik işleyişten de kaçmaktadırlar. Öğrenci dernekleri federasyonunda DEV-GENÇ veya başka bir siyasal anlayışın daha etkin olmasından hiç kimse alınmamalıdır. Kaldı ki, birilerinin yönetime gelmesi kaygısı taşıyanların aynı anlayıştakilerle bir araya gelmek için ortak listelerle yönetim mekanizmasında yer alma şansları vardır; DKÖ’lerinde işleyiş budur. Bu açıdan iki yıl tartışılan federasyon konusunda anlaşılamamasındaki eksiklik DEV-GENÇ dışındaki gençlik örgütlenmelerine aittir.

 

Federasyon yapılanmasından kaçan gençlik örgütlenmeleri, geniş bir öğrenci kitlesine ulaşmak kaygısıyla siyaseti yumuşatmışlardır. Aslında bu tavırları “siyaseti yumuşatmak”tan öte, kendi liberalliklerini yansıtmaktadır. Devletin resmi kurumları ile sivil faşistlerin, gericilerin saldırıları karşısında direnmekten ve karşılık vermekten uzak tutumları gençliğin mücadelesini olumsuz tarzda etkilemiştir. Bu olumsuzluğun farkında olan devlet de saldırganlığına hız vermiş ve karşılık verilmediği noktada biraz daha cesaret kazanmıştır.

 

Öğrenci dernekleri federasyonundaki birliktelikle sol örgütlerin kendi gençlik hareketleri arasındaki ayrımın genelde sol örgütler arasında hala görülememesinin ağır sonuçlarını yaşamaktayız. DKÖ’lerle sol örgütlerin kendi iç yapıları arasındaki fark çok iyi belirlenmek zorundadır. Bundan sonraki süreçte de, öğrenci gençliğin örgütlenmesi ve mücadelede görev alabilmesi için bu eksikliğimizi, yanlışlarımızı hızla gidermek zorundayız.

 

b) Öğrenci gençliğin istemlerine yeterli yanıt verilememiştir

 

Devrimci gençlik hareketi siyasi mücadeledeki görevleri ile buna bağlı olarak ele alınması gereken akademik-demokratik mücadele görevleri arasındaki ayrımı yeterince yapamamıştır. Geniş öğrenci kitlesine sadece siyasal sorunlara çözüm önerileri ile gidilemez. Gençliği yan örgütlenmeler içerisinde faaliyete sokabilmek açısından bütün sorunlarla ilgilenilmeli, çözüm yöntemleri dile getirilmelidir.

 

DEV-GENÇ cunta sonrasında toparlanmaya başladığı süreçte, öğrenci gençliğin sorunlarına yanıt bulmakta oldukça yaratıcı olmuştur. Öğrenci gençliğin istemlerine yanıt bulunabildiği noktada, geniş bir çevrenin sempatisini kazanmıştır. Nitekim 1985 sonrası süreç, öğrenci gençlik mücadelesinin toparlandığı bir dönem olmuştur ve bu dönem devletin beklemediği oranda genç faaliyetlere katılmıştır. Bunu yaratan ise, öğrenci gençliğin güncel sorunlarına cuntanın başından itibaren şikayetçi olduğu, tepki gösterdiği noktalara vurgu yapılmasıdır. Bunun sonucunda, öğrenci dernekleri hızla çoğalmış ve geniş bir çevrenin katılım gösterdiği faaliyetler gündeme gelmiştir. Ancak zaman içerisinde, öğrenci gençliğin akademik-demokratik sorunlarına olan ilgi giderek azalmış ve genel olarak, öğrenci gençliğe ülkemizde ve dünyada yaşanan siyasal gelişmelerle gidilmiştir. Mücadelenin bu anlamda tek yanlılığa doğru kayması ve gençliğin diğer istemlerine çözüm üretebilecek faaliyetlerin oldukça geri planda kalması örgütlenme çalışmalarını zorlaştırmıştır.

 

Gençliği örgütleme ve faaliyete sokmakta yetersiz kalındığı noktada, oligarşi de geniş öğrenci kitlesini siyaset dışı konularda etrafına toplamaya yönelmiş ve bunda azımsanmayacak ölçüde başarılı olmuştur. Devrimciler ise devletin bu çalışmalarını görmezden gelmeyi yeğlemiş ve klasik ajitasyonlarla gençliği etkilemeye çalışmıştır. Oligarşinin faşist ve gerici hareketleri üniversitelere, liselere ve hatta ilkokullara, kuran kurslarına kadar soktuğu bir süreçte, devrimci gençlik hareketinin çok daha üretken ve gençliğin sorunlarına yanıt bulabilecek kapasitede yaratıcı olması gerekiyordu. Geneldeki eksiklikleri belirlemekle birlikte, şunu eklemeliyiz ki, DEV-GENÇ özellikle 1990 sonrasında üzerine düşen görevi yerine getirememiştir. Bunun nedenlerini de ortaya sermek zorundayız. Bundan sonraki sürecin sağlıklı biçimde örgütlenebilmesi açısından, bu yanları tartışmaktan kaçınmamalıyız. Olumluluklarımızı geliştirmek için, olumsuzluklarımızı acımasızca eleştirebilmeliyiz.

 

c) Alternatifleri yaratılmadan DEV-GENÇ kadrolarının başka alanlara aktarılmaları ciddi bir boşluk yaratmıştır

 

DEV-GENÇ’in yeniden örgütlendiği süreçte yarattığı kitle potansiyelinin güçlülüğü kadar, yetiştirdiği yöneticilerin gelişmişliğinin de üzerinde durmalıyız. Toparlanma döneminde faaliyetleri örgütleyen ve uzun yılların birikimine sahip yönetici kadrolar, önemli bir birikim ve mücadele içerisinde kazanılmış deneyimler yaratmışlardır. Devrimci Hareket’in toparlanma sürecindeki temel sorunlarından birisi de kadro üretkenliğidir. DEV-GENÇ yeniden örgütlendiği süreçte kadro üretkenliği anlamında önemli adımlar atmış, 1990 yılına kadarki dönemde ülkenin hemen her köşesinde gelişen mücadeleye önderlik edebilecek kapasitede yöneticiler yaratılmıştır. Ancak bir dönemin görevlerini yerine getirirken, aynı zamanda gelecek sürecin sağlıklı olabilmesi için alternatif yöneticilerin de ivmeli bir şekilde yaratılması zorunludur. DEV-GENÇ; toparlanma döneminin sorumluluklarını kaldırabilen yöneticileri yaratmasına karşın, alternatif yöneticiler yaratılmasında sıkıntılar yaşamıştır. Devrimci Hareket’in ülke düzeyinde geliştiği ortamda artan kadro gereksinimini karşılayan alanlardan birisi de öğrenci gençlik olmuştur.

 

Öğrenci gençliğin mücadelesi içinde yetişen yöneticilerin, kadroların yerine mücadele içerisinde yetişen alternatif yöneticiler konmadan mücadelenin diğer alanlarına hızlı bir akış sağlanması öğrenci gençlik mücadelesinde ciddi bir bunalıma yol açmıştır. Dıştan bakıldığında bunun önemli bir sorun olmayacağı düşünülebilir, ancak sorunu bütün boyutlarıyla ele aldığımızda, gençlik saflarında yetişen kadroların yerine yenilerini yetiştirmeden, diğer alanlardaki gereksinimi karşılama uğruna uzun vadeli bir program ile ele almadan hızla kadro aktarımında bulunmak gençliğin mücadelesinde gerilemeye neden olmuştur.

 

Toparlanma döneminde kadro üretkenliğinin yaratılamadığı eleştirisini getiren sağ oportünist anlayış, hem bu eleştiriyi yapmakta, hem de DEV-GENÇ yöneticilerini faaliyetlerini omuzlayan ileri unsurları uzun vadeli düşünce yoksunluğu ile başka alanlara aktararak gençliğin mücadelesinde yıllardan beri giderilemeyen ağır sorunları yaratmıştır. kadro üretkenliğinin yeterli boyutta gerçekleştirilememesi Devrimci Hareket’in sorunlarından birisidir, ancak bu eksikliğin fark edildiği noktada diğer alanlara kadro istihdamının uzun vadeli bir bakışla ele alınması zorunludur. İşte bu konuda doğru bir hareket tarzı gerçekleştirilemediği için, DEV-GENÇ örgütlenmesi zamanla kitlesel gücünü kaybetmeye, yönetici sıkıntısı yaşamaya başlamıştır. Bu sorunun bu boyutta yaşanmasında merkezdeki sağ oportünist anlayışın önemli bir etkisi olmuştur.

 

13 Eylül tartışmalarında devrimci hareketin kadrolaşma sorununu aşmakta karşılaştığı yanlışlıklar dile getirilmiştir. Tartışılan kadrolaşma konusu DEV-GENÇ örgütlenmesini de yakından ilgilendirdiğinden bu nokta üzerinde duracağız.

 

“Haklıyız Kazanacağız ”da “kadrolaşma” sorunu şu şekilde tanımlanıyor:

 

“Bir kadro benimseyip savunduğu düşünceleri pratiğe uygulama yeteneğine sahip olan insandır. Dönüştürücü insan eylemi kadrolarla anlam kazanan bir olgudur. Kadrolar dönüştürücü insan eyleminin bilinçli uygulayıcılarıdır, partinin her alana yayılmış iradesidir.”(1)

 

THKP-C’nin kuruluşu öncesinden bu yana devrimci anlayış partileşme sürecinin temelinde kadrolaşma, organlaşma, uzmanlaşma temel noktalarına parmak basmıştır. Mücadelenin gelişim sürecinde devrimci pratiğin eğiticiliği ile siyasi düşüncelerini örgütlü bir güç olarak uygulayamayan, üretkenlikten uzak devrimcilerin örgütlülüğe çok şey katamayacakları bilinir. Sadece günlük pratiği örgütlemeye çalışan, uzun vadeli bakıştan, ülkesini ve dünyayı değerlendirme yeteneğinden, kapasitesinden yoksun devrimcilerin katkıları çok sınırlıdır. Kadrolaşmayı gözü peklik, keskin söylemlerin arkasına sığınarak pratiği örgütlemek olarak algılayanlar, belirli bir kesitin sonrasında gerilemeye, artan gereksinimleri karşılayamamaya ve zamanla mücadeleden kopmaya başlarlar.

 

Devrimci örgüt, taraftarından sempatizanına, kadrolarından üst yöneticilerine kadar her kesimi iç eğitimi ile geliştirmek, yoğun tartışmalar ve üretkenlikle yaratıcılığa sevk etmek zorundadır.

 

Kadrolaşma konusunun gelip dayandığı temel nokta, devrimci örgütün kadrolaşmanın ciddiyetini kavrayarak insanlarını eğitmesi, ideolojik-politik-örgütsel olarak geliştirmesi, yetkinleştirmesi ile doğrudan ilişkilidir. Önderlik mekanizması, faaliyetleri yürüten insanlarını eğitemediği noktada kadrolaşmayı yaratma olanağından söz edilemez. Bunun yanı sıra, kadrolaşma gereksiniminin karşılanabilmesi, alternatif yöneticilerin yetiştirilmesi de örgütsel ilişkilerde kolektivizmle bağlantılıdır.

 

13 Eylül ’92 tartışmalarında devrimci hareketin kolektif işleyişe sahip olmadığı, örgütsel ilişkileri benmerkezci bir anlayışla yönlendiren tasfiyeci sağ oportünist anlayışın egemen kılınmak istendiği ısrarla tartışılmıştır. Bu yanı ile devrim iddiasında tutarlı olmak isteyen bir örgütün kolektivizme bağlılığı bir zorunluluktur.

 

Kadrolaşmada ivme kazanmanın ve kadroların eğitimi ile denetiminin kolektif işleyişle doğrudan ilişkisi vardır. Baştan beri vurgu yapılan bu noktalara dikkat edilmediği ve siyasal mücadeleyi kısa vadeli hesaplar üzerinde inşa etmeye yöneldiğinde, bu pek çok olumsuzluğu yaratacaktır.

 

Devrimci Hareket sorunlara uzun vadeli bakabilmelidir. Kısa vadeli plan ve programlarla devrimci mücadele ele alındığında kimi zaman onarılması oldukça güç sıkıntılar yaşanır. DEV-GENÇ örgütlenmesi ile diğer bazı alanlardaki sıkıntıların kaynağında; Devrimci Hareket’in 1989’a kadar yarattığı potansiyeli ve olanakları dağıtan, kısa sürede bütün sorunları çözme anlayışıyla bazı konuları biraz daha geniş zamana yaymaktan kaçınan tasfiyeci sağ oportünist anlayışın belirginleşmesi ile ciddi sorunlar yaşanmıştır. Öğrenci gençliğin mücadelesinin gelişimi içinde kadro üretkenliği anlamında potansiyele ve uygun koşullara sahip olmasını değerlendirmeye çalışan sağ oportünist tasfiyeci anlayış, gençliğin mücadelesinin içinden çıkan ve belirli bir eğitimden geçenlerin yerine alternatiflerini koymadan istihdamlar yapmış, bu da DEV-GENÇ’in gücünü kırmıştır.

 

DEV-GENÇ örgütlülüğüne uzun vadeli politikalarla, devrim programına bağlılıkla bakmayan sağ oportünist anlayış, kısa sürede her şeyi çözebileceği gibi bir yaklaşımla gençlik içerisinde kadrolaşmanın ortamına darbe vurmuştur. 13 Eylül Devrimci İnisiyatifi kadrolaşmaya “günlük pratiği örgütleme” olarak bakan, sadece “iş yaptırma” anlayışı ile hareket eden sağ oportünizmi eleştirirken şu belirlemeyi yapıyor:

 

“Kadroların yetiştirilmesi pratik mücadelenin dışında ve kendiliğinden bir sürece bırakılamaz. Birincisi; onları yetenekleri ve bilinçleri oranında siyasi pratiğe dahil edip yaşamla, mücadelenin sorunlarıyla bütünleştirmektir. İkincisi ise; kadroların dahil edildiği bu mücadele sürecinin temeline siyasi eğitimi yerleştirmektir. Her iki noktada da program, denetim ve yönlendirme olguları ön plandadır. Bunların saptanamadığı noktada, kendiliğindenci, mücadelenin akıntısına kapılmış bir süreç söz konusudur. Ki böyle bir süreçte bizim amaçladığımız partinin kadroları değil, gelip geçici unsurlar ortaya çıkar. Kadrolaşmadaki bu tehlike 12 Eylül öncesinden itibaren görülmüş ve kadrolaşmanın temeline siyasi eğitimin oturtulması gerektiği özellikle vurgulanmıştır.” (2)

 

13 Eylül Devrimci Müdahalesi, örgütsel ilişkilerde işi oluruna bırakan, kendiliğindenciliğe teslim olmayı yeğleyen, mücadelenin akıntısına kapılmış unsurlara mahkum olmuş bir yanlış anlayışa dikkatleri çekmiştir. Devrimci Hareket açısından çok önemli olan bu noktaları tartışmak bile istemeyen ve benmerkezci anlayışı örgüte egemen kılmak isteyen tasfiyecilik kendi rotasında çürümeye yönelmiştir. Ancak, devrim iddiasını taşıyanlar doğru anlayışı savunmak ve uygulamak zorundadır. Gençliğin mücadeleye kazanılması noktasında kendimizi eleştirirken kadrolaşma konusundaki yanlışları ve doğruları da ısrarla vurgulamalıyız. Bunu yapmadan topu başkalarına atarak dışa yönelik eleştirilerle sağlıklı hiçbir kazanım elde edemeyiz.

 

GENÇLİĞİ ÖRGÜTLEMEK KAÇINILMAZ GÖREVİMİZDİR

 

“Gençlik, ideallerinin tazeliği ve kültür (bu kelime “kültürü” olması gerekiyor düşüncesindeyiz, baskıda eksik yazılmış olmalıdır- b.n.), yetişkinliğe geçildiğinde en katıksız ideallerin hizmetine konulmuştur. İçinde yaşanılan çeşitli baskı düzenlerinin toplumsal mekanizmalarından başka hiçbir şey bu anlayışı dönüştüremez. Ama öğrencilerin büyük çoğunluğu devrimcidir. Bilimsel bir devrimin az çok bilincinde olarak, halk için ve dünya için istediklerini ve yapılması gerekenleri az çok bilerek, kuşkusuz, hayata açık ve her gün yeni bilgiler edinmeye hazır durumda bulunan, genç insanlar tabakasında yer aldıkları için, öğrenciler devrimcidir.” (Che, Gençlik Üzerine, Teori Yayınları, s.47)

 

Gençliğin mücadelesinin eksiklerini tartışırken konuyu öğrenci gençlik çerçevesinde aldık. Aslında gençliği işçi, köylü ve öğrenci gençlik şeklinde birbirinden ayırmaktayız. Ancak işçi ve köylü gençliği kendi sınıf tavrı ile birlikte ele alıyoruz. Tabii ki işçi, köylü hatta memur gençleri değerlendirirken, aynı zamanda genç olmanın yarattığı avantajları da vurgulamalıyız. Yani sınıf tavrını, gençlikten gelen araştırmacı, gelişmeye açık, ileri düşünceleri daha çabuk kavrama, atılganlık ve mücadele saflarında önyargısız davranma, niteliği ve geleceği yaratma ideallerine bağlılığını da ekleyerek gençliğin örgütlenmesi zorunluluğu kavranmalıdır.

 

İşçi, köylü ve emekçi gençliğin örgütlenmesi Devrimci Hareket’in kaçınılmaz görevleri arasındadır. Devrimin temel sınıflarının örgütlenmesinde, bu sınıf ve tabakaların içindeki genç kesimler örgütlenme ve aktif faaliyetlere daha açıktır. İşçi, köylü ve emekçi gençliğin örgütlenmesi yanı sıra, öğrenci gençliğin örgütlenmesi de önemli bir görevdir. Öğrenci gençliğin büyük çoğunluğu işçi, köylü ve emekçi aile kökeninden gelmektedir. Öğrenciler aydın olma özellikleri ve kendi emekleriyle yaşamıyor olmaları dolayısıyla küçük burjuva karakteri taşımaktadırlar. Bu yanı ile öğrenci gençliği küçük burjuva karakteri ile ele almaktayız.

 

Küçük burjuvazinin demokratik halk devrimi mücadelesine katılan bir tabaka olması dolayısıyla, öğrenci gençlik küçük-burjuvazinin örgütlenmesi çerçevesinde düşünülmelidir. Küçük burjuvazinin örgütlenmesi dışında, öğrenci gençliğin aydın özelliklere sahip olması ve yukarıdaki alıntıda CHE’nin de vurguladığı gibi, devrimci düşüncelere açık olması, genç olmanın verdiği avantaj ile henüz dejenerasyondan önemli ölçüde etkilenmemesi ve burjuvazinin “köşeyi dönme” anlayışının bataklığına girmemesi nedenleriyle devrimci düşüncelere, ileriye açık mücadeleye ve aktif görevlere yatkındır. Gençliği işte bütün bu olumlulukları ile birlikte değerlendirmeliyiz.

 

Öğrenci gençliği örgütleme çalışmalarında üstümüze düşen görevlerin önemini kavramak, içselleştirmek zorundayız. Çünkü oligarşi gençliği kendi ideolojik çürümüşlüğü etrafında toplamaya, karşı-devrimci faaliyetlere sevk etmeye çalışmaktadır. Karşı-devrimcilerin gençliğe yönelik çalışmalarını küçümsememeliyiz.

 

Bulgar Devrimi’nin önderi Georgi Dimitrov, faşist hareketin gençliği örgütlemesi konusuna değinirken, bir yanı ile adeta bizlerin eksikliklerini de anlatmaktadır.

 

“Biz, gençliği, sermayenin saldırısına karşı, faşizme ve savaş tehlikesine karşı mücadeleye çekme konusundaki görevlerimize gereken önemi vermedik; giderekten (baskıda bu kelime bu şekilde yazılmıştır-b.n.) diğer ülkelerdeki uğraşları da destekleyemedik, faşizme karşı savaşta gençliğin büyük önemine gereken değeri veremiyorduk; gençliğin özel, ekonomik, siyasi ve kültürel çıkarlarına sahip olamıyorduk; yine, gençliğin devrimci eğitimine gereken ilgiyi gösteremiyorduk.

 

“Bütün bunlardan ustaca yararlanan faşizm, bazı ülkelerde özellikle Almanya’da gençliğin büyük bir kısmını proleterlere karşı mücadeleye çekti. Şunu da belirtmek gerekir ki, faşizm gençliği yalnız militarist romantizmi ile çekmiyor. O, gençlerin belirli bir kısmını kamplarda besliyor, giydiriyor, bazılarına iş veriyor, hatta gençliğe ait, sözüm ona kültür kurumları yaratıyor, bu suretle emekçi gençlik kitlelerini gerçekten beslemek, giydirmek, okutmak ve onlara iş temin etmek istediğini ve edebileceğini tüm gençliğe aşılamak istiyor.” (3)

 

Dimitrov, gençliğin “özel, ekonomik, siyasi ve kültürel çıkarlarına sahip olamıyorduk” belirlemesini yaparken, örgütlenme çalışmalarında tek yanlılıktan çıkılması gerekliliğini vurgulamaktadır. DEV-GENÇ’in 1990 sonrasındaki süreçte gençliğin bütün sorunlarına çözüm bulamamasına ilişkin belirlememiz de aynı şekilde ele alınmalıdır. Devrimci Hareket’in yeterli ölçüde üretkenlikle gençliğin sorunlarını çözümleyerek, bunlara ilişkin çözüm önerileri ile faaliyetleri yükümlenemediği noktada faşist ve gerici hareketlerin oligarşinin istemi doğrultusunda, gençliğe çengel atması olanakları doğmaktadır. Gençliğin sadece militarizmi ile değil, aynı zamanda düşünsel planda, burjuva kültürünün çürümüş, dejenere olmuş tarzı ile etkilemeye çalışan oligarşin de gençliği siyasal ortamdan kopartabilmek için, geleceğe ilişkin vaatlerde bulunduğunu görmekteyiz. Ülkemizde oligarşinin Trük milliyetçiliğini, şovenizmi kullanarak gençliği etkilemeye çalıştığını görmekteyiz. Bu noktada özellikle de 1990 sonrası süreçte oldukça başarılı olduğunu kabul etmeliyiz. Türk milliyetçiliğini, ırkçı-şoven düşünce ve hareketleri çok yönlü geliştiren oligarşi, sadece gençliği değil, genelde halk kitlelerini de bir ölçüde etkileyebilmekte, karşı-devrimci faaliyetlerin içine çekmek istemektedir. İşte, bu noktada DEV-GENÇ gençliğin faşist ve gerici düşüncelerin etkisi altına girmesini önleme noktasında gerçek misyonunu oynamalıdır.

 

Öğrenci gençliğin mücadelesindeki görevlerimiz

 

Devrimci Hareket’in yaşadığı iç tartışmalar ve ayrılık sürecinden DEV-GENÇ örgütlenmesi olumsuz etkilenmiştir. Gençlik örgütlenmesi, tasfiyeci sağ oportünizmin THKP-C düşüncelerinden uzaklaşarak popülizmi içselleştiren ve Kürt ulusal hareketinin taklidine dönüşen çizgiye kaymasıyla birlikte önemli bir güç yitimine uğramıştır. Tasfiyeci sağ oportünizmin etkisi altında kalarak gelişen süreci kavrayamayan iyi niyetli, dürüst ve sosyalizme inanan, devrimci mücadeleye inanan kararlı unsurlar süreç içinde sağ sapmanın etkisinden çıkacaktır. Bu süreci hızlandırmak bize bağlıdır.

 

Devrimci Hareket’in temel görevi; gençliğin mücadelesini yeniden ve doğru temeller üzerinde örgütlemektir. DEV-GENÇ örgütlenmesine 1990 sonrası süreçte pek çok eksikliği, zaafı aşılayan sağ sapmanın bütün etkilerini silmek de Devrimci Hareket’in kaçınılmaz görevleri arasındadır. Bu açıdan, DEV-GENÇ sil baştan ve doğru temeller üzerinde, devrimci düşüncelere bağlılıkla inşa edilmelidir.

 

DEV-GENÇ önümüzdeki süreçte, her şeyden önce gençliğin mücadelesi içinde örgütlenirken, geçmiş sürecin eksikliklerini üzerinden silip atmak zorundadır. Geçmiş eksikliklerden, hatalardan sıyrılmadan yeni sürecin ağır görevlerini yeterince yükümlenebilme olanağı yoktur.

 

DEV-GENÇ, Devrimci Hareket’in komsomol örgütlenmesi olarak örgütlenirken kadrolaşma konusuna önem verecektir. Sadece DEV-GEÇ’lilerin eğitimi değil, aynı zamanda, bütün gençliğin devrimci eğitimi de bu görevin içindedir.

 

DEV-GENÇ’lilerin eğitimi ve kadrolaştırılması, belirli bir zaman kesitini gerektirmektedir. Basitten karmaşığa faaliyetlerin içerisinde yer alınmalıdır. Geçmişin deneyimleri ve birikimi DEV-GENÇ açısından büyük bir avantaj oluşturmasına karşın, bu yeterli olmayacaktır. DEV-GENÇ mücadele tarihinin mirası üzerine yükselecektir. Yeni dönemi şekillendirirken, aşağıdaki noktalarda devrimci gençlik hareketinin sorunları değerlendirilecektir.

 

DEV-GENÇ; komsomol örgütlenme olarak öğrenci gençlik dernekleri ve federasyonundan ayrı illegal bir yapılanma olarak şekillenecektir. DEV-GENÇ, Devrimci Hareket’in işçi, köylü, emekçi ve öğrenci gençliğin mücadelesini örgütleyen merkezi örgütlenmelerinden birisidir. Ancak işçi, köylü ve emekçi gençlik aynı zamanda kendi sınıfsal örgütlenmeleri içinde de yer aldıklarından DEV-GENÇ’le öğrenci gençlik ilk etapta ağırlık taşıyabilir.

 

DEV-GENÇ; gençliğin siyasi mücadelesi yanı sıra, demokratik, akademik ve ekonomik mücadelesine de önderlik etme görevi ile yükümlüdür.

 

DEV-GENÇ; gençliğin siyasal, ekonomik, kültürel, eğitim ve özel sorunları ile ilgilenecektir. Gençliğin diğer sorunları siyasal sorunlara bağlı ele alınacaktır. Mücadelenin temel doğrultusu siyasi mücadelenin yönlendiriciliği olacaktır.

 

DEV-GENÇ; demokratik halk devrimi mücadelesinde anti-faşist, anti-emperyalist mücadelede gençliğin öncü örgütlenmesidir.

 

DEV-GENÇ; “bağımsızlık-demokrasi ve sosyalizm mücadelesi”nin gençlik içerisinde yaygınlaştırılması görevini yürütürken enternasyonalizmin geliştirilmesi görevini de yerine getirecektir.

 

DEV-GENÇ; gençliği kültürel anlamda dejenerasyona uğratılmak için yoz ilişkilere sokmak isteyen oligarşinin bütün faşist yöntemlerine karşı sosyalist kültürü gençlik içerisinde yaygınlaştıracak, emperyalizmin kültür politikalarını boşa çıkaracaktır.

 

• DEV-GENÇ; mücadele sürecinde deneyimleri, birikimi, yetkinleşmiş kadrolarıyla aynı zamanda Devrimci Hareket’in kadro kaynaklarından biri görevini de omuzlayacaktır.

 

DEV-GENÇ gençliğin Devrimci Hareket içerisindeki görevini yerine getirirken, öğrenci gençlik saflarında akademik-demokratik mücadeleyi yükümlenen öğrenci dernekleri ve federasyonu ise, devrimci düşüncelerin ışığında gençlik arasında örgütlenip mücadeleyi yükseltecektir. En geniş öğrenci kitlesi içinde faaliyet yürütecek olan öğrenci dernekleri ve federasyonu, anti-faşist anti-emperyalist bütün öğrenci kitlesine açık olmalıdır.

 

Öğrenci gençliğin legal, yarı-legal örgütlenmeleri olarak üniversitelerde, liselerde örgütlenecek olan dernekler ve federasyon, demokratik kitle örgütü olmanın avantajlarını kullanmalıdır.

 

Akademik-demokratik öğrenci örgütlenmelerinde demokratik merkeziyetçilik ilkesi uygulanacaktır. Bu örgütlenmelerde disipline önem verilecektir, ancak farklı düşünceler ile ilişkilerde ilkelere ters düşmemek koşulu ile daha esnek olunacaktır. Akademik-demokratik örgütlenmeleri komsomol örgütlenme olarak algılayanların hatalarına düşmemeliyiz.

 

Akademik-demokratik öğrenci örgütlenmelerinde çeşitli siyasi akımların eylem birlikteliği ile hareket etmeleri gençliği mücadelede daha güçlü kılacaktır.

 

Öğrenci dernekleri ve federasyonu, öğrenci gençliğin akademik, demokratik, siyasi, kültürel, eğitim ve özel sorunları ile ilgilenecek, çözüm önerileri ile birlikte öğrenci gençliği mücadeleye kazanma çabasını sürdürecektir. Akademik-demokratik mücadelede en geniş öğrenci kitlesine ulaşmak hedeflenmelidir.

 

Anti-faşist anti-emperyalist öğrenci kitlesini etrafında toplayacak olan öğrenci örgütlenmeleri faşizme, emperyalizme karşı mücadele ile birlikte ezilen dünya halklarının mücadelesini de destekleyecek, öğrenci kitlesinin duyarlılığını ve bilincini geliştirecektir.

 

Öğrenci örgütlenmelerini sadece akademik sorunlar ile sınırlı gören ve anti-faşist anti-emperyalist mücadeleyi reddeden anlayışlarla mücadele edilecektir. Öğrenci gençliği revizyonizmin ve oportünizmin etki alanına sokmak isteyen anlayışlarla ideolojik mücadele görevinden vazgeçilmeyecektir. Örgütlenmedeki birliktelik ideolojik mücadeledeki acımasızlığı engelleyemeyecektir.

 

Öğrenci gençliğin mücadelesini geriletmek için uğraş veren ve mücadeleyi dar alanlara hapseden geri anlayışların düşünce ve pratiklerine karşı her koşul altında ideolojik mücadeleye ve netliğe önem verilecektir. Yapılacak muhtemel eylem birliktelikleri ya da ortak örgütlenmelerde temel düşüncelerimizden taviz vermek söz konusu olmayacaktır.

 

Öğrenci gençliğin okullarda yönetim üzerindeki etkisinin arttırılması ve yönetimde eşitlik temelinde temsili için mücadele yürütülecektir. Bu doğrultuda aynı zamanda öğretim üyeleri ve liselerde öğretmenler ile iyi ilişkiler kurulması ve ortak noktalarda eylem birlikteliğine gidilmesi hedeflenmelidir.

 

Akademik örgütlenmeler öğretim üyelerini, öğretmenleri, eğitim birimlerindeki emekçileri ve öğrenci ailelerini de etkilemeli, mücadele birlikteliğini güçlendirmelidir.

 

Bunları çok daha geniş çerçevede sıralayabiliriz. Konuya ilişkin diğer yazılarda bu noktalar ayrıca tartışılacaktır.

 

“Daha çok cesaretle genç insanları saflarımıza katmalıyız”

 

Lenin gençliğin örgütlenmesi konusuna büyük önem vermiştir. Lenin, bütün gençliğin örgütlenmeye katılmasının gerekliliğini Bolşevik Parti’ye ifade ederken, gençliğin mücadelenin sonucuna karar vereceğini vurguluyor. Lenin’in değerlendirmesi bu açıdan çok önemlidir. Şöyle diyor;

 

“Gençliği örgütleyin! Genç kuvvetlere ihtiyacımız var, insan olmadığını söylemeye cüret edenlerin hemen orada kurşuna dizilmesini önerdim. Rusya’da yığınlarla insan vardır, gerekli olan daha çok sayıda ve daha çok cesaretle, daha çok cesaretle ve daha çok sayıda, tekrar daha çok sayıda ve daha çok cesaretle genç insanları saflarımıza katmak ve onlardan korkmamaktır! Gençlik, öğrenci gençlik ve daha çok işçi gençlik mücadelenin sonucuna karar verecektir…”

 

Lenin, gençliğin yeterli bilgiye sahip olmamasından da korkmamak gerektiğini, bilgi eksikliğini de zamanla gidereceğini vurgulamıştır. Gençliğin yaş itibariyle henüz istenilen düzeyde bilgiye sahip olmamasından korkanların ürkekliğine de karşı çıkmıştır.

 

Önderlerden aldığı düşünceleri geliştirerek genç kuşaklara aktaran Che, “Küba’da Sosyalizm ve İnsan” başlıklı mektubunu bitirirken Lenin’in düşüncelerini pekiştirmekte ve gençliğe olan güvenini şöyle dile getirmiştir:

 

“Gençlik, eserimizin temelini oluşturan kildir, umudumuzu ona bağlıyoruz ve onu bayrağı ellerimizden almaya hazırlıyoruz.”

 

Devrim eserinin temeli olan gençlik, mücadele bayrağını önderlerinin elinden alacaktır, yeter ki gençliğin devrimci mücadele dinamizmine, inancına bağlılığına, kararlılığına güvenilsin.

 

(1) Haklıyız Kazanacağız, Sf. 791

 

(2) “Örgüt İrademizle Kendimizi Yenilemeyi Başaracağız”, Devrimci Çözüm Yayınları, Sf. 74

 

(3) “Birleşik Cephe ve Gençlik”, III. Enternasyonel’in 1935 tarihindeki 7. Kongresi’nde okuduğu rapordan alınmıştır.