Gündem

Sivil Toplumculuk mu? Devrimcilik mi? (*)

 

(*Bu yazı ilk defa Aralık 2011 tarihli Devrimci Çizgi Dergisi’nin 1. sayısında yayımlanmıştır.)

 

M-L devrimci bir örgütün temel amacı devrim ve sosyalizmdir. Bu amaçtan sapıldığında, savrulmalar başlar. Bu savrulmaların gittiği yerlerden biri de, örgütün “var olma” mücadelesinin temel amaç yapılmasıdır.

 

Her şeyin önüne “var olma” mücadelesi konulduğu andan itibaren, örgütlenme anlayışı da çalışma tarzı da buna göre şekillenir. Bu “var olma mücadelesinde”, geçmişte reddedilen, eleştirilen, devrimci görülmeyen her şey mubah haline gelir ve “yeni bir çizgiyle” “farklı mücadele biçimleri” verilmeye başlanır ve kitleler bu doğrultuda örgütlenir. Bu “yeni çizgi” çok geniş kapsamlıdır. Proletarya ideolojisinden, M-L’den gün be gün uzaklaşan bu çizgi, bünyesinde makyavelist her türlü anlayışı barındırır.

 

Devrim ve sosyalizmin “öznesi”, çarpık kapitalist sistemin içinde var olan işçiler-köylüler bir bütün olarak emekçi halklar değilmiş gibi; belli bir kesitte-çevrede, bir arada bulunan “yurttaş” topluluğu “hedef kitle” seçilir.

 

Toplumsal dinamikler, emekçi halklar üzerinden değil, toplumsal yaşantının çeşitli alanlarında ortaya çıkan “çıkar gruplaşmaları” üzerinden işler. Burada bir parantez açmakta yarar vardır. Yaşanan bu savrulma, sol içine sızan/bulaşan post-modern (post-kapitalist) argümanların varlığını ifade eder.

 

Konjonktürel olarak yaşanan tasfiyeciliğin sonuçlarından biri olan bu durum; özellikle sosyalist ülkelerin çökmesi ve emperyalizmin kendini yeniden üretmesi için oluşturduğu YDD (Yenidünya düzeni) ile birlikte ortaya çıkmıştır. “İdeolojiler öldü, tarihin sonu geldi.” vb. safsatalarla, sınıf mücadelelerinin, ulusal mücadelelerin artık gereksiz olduğu post-modern tezlerinin dayanak yapılmasıyla, devrimci örgütler hızla tasfiye edilmeye başlanmıştır.

 

Tasfiyecilik sürecine direnebilen, ısrarla devrim ve sosyalizm mücadelesine devam eden M-L örgütler dışında, birçok sol örgüt farklı bir biçim alarak yoluna devam etmiştir. Ancak bu “yol”da yapılan ilk şey, Leninist illegal örgütlenme anlayışının terk edilmesi olmuştur. Geçmişte, silahlı mücadeleyi stratejik düzeyde savunan bu örgütler, silahlı mücadeleden vazgeçerek yasal/parlamenter mücadeleyi tercih eden, reformist sol örgütlere dönüşmüşlerdir. Ülkemiz gerçekliğinde –özellikle son dönemde- örneğini bolca gördüğümüz (ve daha göreceğimiz) bu durum, devrim ve sosyalizm mücadelesine her geçen gün biraz daha fazla zarar vererek, emekçi halkların devrimcilere olan güvenini yok etmeye ve kurtuluş umutlarının azalmasına neden olmaktadır. 90’ların ilk evresinde yoğun yaşanan bu durum –ki buna tasfiyeciliğin ilk evresi de diyebiliriz-, bugün ki koşullarla birebir aynı olmayan ancak daha da ağırlaşmış biçimde kendini göstermektedir.

 

Bir takım örgütler hala “devrim ve sosyalizm” iddiasında ısrar ediyor gibi görünse de; gerçeklik, bu “görüntü” ile örtüşmemektedir. Özellikle “işçi sınıfı temelli” örgütlenmeler: tam bir ekonomist-reformist mantıkla, kendisini sadece sendikalara sıkıştırmış ve bol bol yayın organı çıkartarak mücadelelerini bu eksende sürdürmektedirler. Diğerleri de bunlardan aşağı kalmayarak, farklı bir minvalde mücadele edip, örgütlenmeye çalışmaktadırlar. Şöyle ki; geçmişte devrimini yapmış ülkelerin stratejilerini –devrim yolunu- o ülkelerin sosyalist partilerinden şablonladıkları için (bugün ne o sosyalist ülkeler ne de o sosyalist partiler kaldı), stratejik olarak apaçık ortada kaldılar. Net olarak neyi savundukları belirsiz bir tarzda, “eklektik teorilerle” kendilerine yeni stratejiler belirleyen bir sürecin içine girdiler. Bir de geçmiş stratejilerini tasfiye ederek, taktiklerle süreçlerini örgütlemeye çalışanlar var ki, bunlar da keskin devrimcilik söylemleri içinde bulunmalarına karşın, öz itibariyle sivil toplum örgütü gibi hareket etmektedirler.

 

Yukarıda değindiğimiz örgütlenmelerin üçünde de ortak payda geçmişin ilke, disiplin, değer ve ilişkilerini yok saymaları ve onların yerine, düzenden beslenen “farklı değerler”, “ilişkiler” koymalarıdır.

 

Tasfiyecilik süreci ve yenilgi ortamında şekillenen bu tarz örgütlenmelerin hemen hepsin de sivil toplumcuğu görmek mümkündür. İnsanların “bir araya gelmesini” sağlayarak, “yurttaş girişimi” benzeri bir örgütlenme yaratmanın, apolitikleşme ve örgütsüzleşme ortamında sivil toplumcuğun yeşerdiğini en iyi devrimciler bilir. Salt kitleyi bir araya toplamak, kamuoyuna ses duyurmak, ne bu düzeni yıkmaya ne de insanın insanca-özgürce yaşayacağı yeni bir düzeni kurmaya yetmeyeceği ortadadır.

 

Örgütsüzleşmeye hizmet eden, sivil toplumculuk, tüm devrimci değerleri hızla yok ederek, örgütün içini boşaltıp, daha fazla tasfiyeciliğin içine sürükleyecek ve düzene daha fazla yedekleyecektir.

 

M-L adına, sivil toplumcuların yaptığı bir takım “toplumsal hareketleri” yapmak tam bir darlık ve sığlıktır. Elbette toplumda yaşanan tüm sorunlar devrimcilerin gündemindedir ve bu sorunlara çözümler bulmak için, kendi devrimci bakış açılarıyla politikalar üretir ve bu politikaları hayata geçirerek alanlar ve mevziler örgütlerler. Politik mücadeleye bağlı sürdürecekleri demokrasi mücadelesi içinde, tüm bu sorunlara yönelik mücadele ve örgütlülükler oluştururlar. Yani bugün ki gibi sivil toplumcu bir anlayışla değil, devrimci bir anlayışla siyaset yapılır.

 

Devrimci bir anlayışla yapılan siyaset kitleyi kazanır, etkiler ve yönlendirir. Bu tarz siyaset yapılmazsa umutsuzluk, hayal kırıklığı oluşur. Bu anlamda geleceği kazanma inancı ortadan kalkar ve karamsarlık hakim olur. Bu da daha fazla savrulmalara yol açar.

 

Vurgulamamız gereken bir durum da, siyasetin günlük gelişmeler ve değişimler üzerine kurgulanan bir olgu olmadığıdır. Devrimin uzun erimli bir süreç olduğu gerçeğiyle bugünden yarına, günü kurtarma adına yapılan siyaset anlayışı, geleceği kazanamaz ve tasfiyeciliğin derin kuyularında çırpınmaya mahkum olur ve oradan çıkmaya ne güç kalır ne de mecal…

 

En önemlisi ise bu tarz siyaset anlayışı, en çok da düzenin ve oligarşinin işine gelir ve onların istediği biçime dönüşür.

 

Konjonktürel olarak yaşanan gericilik dalgası sonucu; sistem ve oligarşi, devrimci örgütleri tasfiye etmek için, bütünlüklü bir saldırı içinde olup, tüm yöntemleri denemektedir. Ya tamamen yok etmek ya da kendi çizdiği sınırlar içine hapsederek, o sınırların dışına çıkmadan yapılmasını ister.

 

Kimi zaman da, devrimci görünümlü “devşirme insanlardan” oluşturduğu kontr örgütler yaratır. (Dünya devrim tarihinde birçok ülkede bu yönteme ya mücadele ivmesinin çok yüksek olduğu ya da gericilik ve tasfiyeciliğin yoğun yaşandığı yenilgi süreçlerinde başvurulmuştur.) Geçmişte de bu saldırılar çok defa yaşanmıştır. Ancak M-L’in rehberliğinde, devrimci iradenin gücü karşısında tüm bu saldırılar boşa çıkarılmıştır. Burada önemli olan, bugün yaşanan yenilgi ve tasfiyecilik sürecinden, kendi dinamiklerimizle, kendimizi yeniden üreterek çıkacağımız bilinciyle hareket edebilmek ve sürecin görev ve sorumluluklarını lakıyla yerine getirebilmektir.

 

Zorlu olan bu görev ve sorumluluklarımızı yerine getirirsek, geleceğimizi kazanmamızın önünde hiçbir şey bize engel olamaz.