Yazılar

Devrim Mücadelesinin Muazzam Silahı; DEVRİMCİ İRADEYE SAHİP OLMAK (*)

 

(*Bu yazı ilk defa Mart 2013 tarihli Devrimci Çözüm Dergisi’nin 3. sayısında Orta Sayfa Yazısı olarak yayımlanmıştır.)

 

İnsan topluluklarının içinde bulundukları koşullar, onların üretim ve tüketim karşısındaki konumları, birbirlerini etkilediğinden, insan topluluklarının sürekli bir hareketlenme içerisinde bulunmalarını da sağlar. Yaşadığımız çağın insan toplulukları, sürekli olarak, içinde bulundukları sistemin ve toplumsal koşulların belirleyici özelliğinden dolayı, bir dalgalanma, çatışma, ilerleme, gerileme anaforu içinde bulunmaktan kurtulamazlar.

 

Sistemin sömürü ilişkileri, toplumsal hayatı edilgen bir konumda tutmak isterken, ekonomik-siyasi-sosyal hayattaki değişim ve ilerleme, kaçınılmaz olarak insanları edilgen pozisyondan çıkarır. Canlı, hareketli bir ilişki içerisine çeker. İnsan, kendini, sistem ve toplumsal hayat karşısındaki konumu sorgularken, değişiminin insanın özgürlüğü ve gelişmesinde olduğu sonucuna varır. Örgütlü birey ve örgütlü mücadele bu gelişmenin sonucunda ortaya çıkar. İnsan iradesinin değişim ve dönüşüm süreçlerinin oynadığı rol, bilinç faktörüyle sağlanır.

 

İnsanın içinde bulunduğu koşulları ve sömürüye dayalı sistemi sorgularken, bu koşulları ve sistemi değiştirmeye dönük eylemi, birbiriyle kopmaz bağ oluşturur. Bilinç, iradeyi güçlendirir. Güçlenen irade ise, eylemin başarısında rol oynar. İradenin burada ortaya çıkardığı sonuç, doğal gelişim üzerinde zorlayıcı bir etki bırakmasıdır. Örneğin kapitalizm, sistem olarak kendi tarihi gelişimi içerisinde yok olacaktır. Ama iradi olarak bu yokoluş sürecinin gelişimini kısaltacak olan insanın bilinçli eylemidir. Bu nedenledir ki, sınıflar mücadelesi bir anlamda iradeler savaşıdır. Ve bu irade savaşında burjuvazinin temel metotlarından biri, insan iradesini kırmak ya da teslim almak üzerine kuruludur. İnsan iradesinin değiştirmeye, dönüştürmeye dönük ataklarını sonuçsuz bırakacak, sistemi zorlamayacak bir kısır döngüye hapsetme girişimi de söz konusudur.

 

Bu kısır döngü, insan topluluklarını esas olarak eylem ve direnme noktalarında etkilemektedir. İnsanın kendi eyleminin, çabasının sonuç alıcı yanlarını görmedikçe, zayıflayan, güvensizleşen, gücünü kullanmaktan uzaklaşan bir ruh hali kaçınılmaz olmaktadır.

 

Bugüne kadar insan iradesinin her gelişmede oynadığı rol, bugün emperyalist burjuvazinin yarattığı bu basit daireye hapsedilmiş durumda. İrade kırılması ya da irade zayıflaması olarak değerlendirebileceğimiz bu durum elbette ki yaşadığımız ortamda, gelişmelerden bağımsız değildir. İnsan topluluklarının bütün dünyada yaşadığı bu gerçeklik ülkemiz gerçeğini de belirleyen bir durumdur.

 

Bunun temelinde, her defasında altını kalın çizgilerle belirlediğimiz şu gerçeklik yatmaktadır. Sosyalizmin yenildiği bir dünyada, inanç-güven yitimi yaygınlaştırıldı, emperyalist kamp, Yeni Dünya Düzeni (YDD) adı altında bir planla halkların karşısında çıktı. Kötülüklerin kaynağı olarak gösterilen sosyalizm dünyada “dengesizlikler” yaratmış sayılarak, bu dengesizliklerin ancak YDD ile giderilebileceği savunulmuş, barış-demokrasi kavramı burjuvazinin ağzında sömürü ve uzlaşmaya onay verme kavramına dönüştürülmüş, özgürlük, bağımsızlık şiarları, halklar arası boğazlaşma ve düşmanlığa dönüştürülmüştür. Tüm bu gelişmelere karşı koyma gücü, ilerici-devrimci kesimlerde yeterli olmayınca, topluluklardan bireye kadar irade kırılması ortaya çıkmıştır. Bugün dünyaya egemen olan ve insanlığı içten içe çürüten, dinamikleri öldüren bu saldırı dalgası doğrudan iradeyi kırmaya, yıkmaya yönelik sürdürülmektedir. İradesi kırılmış insanın varolan düşüncesini doğru temelde savunabilmesi ya da hayata geçirme gücü göstermesi zordur.

 

Devrimci hareketlerin halk yığınlarından bağımsız olmayan ruh halleri, aynı kısır döngü içerisinde siyaset yapmaları ne dersek diyelim irade kırılması ile doğrudan bağlantılıdır.

 

“İnsanlar düşüncelerini, güçlerini kullanarak gerçekleştirir” der Marks Kutsal Aile’de. Bu güç kavramı, iradenin ta kendisidir. Düşünce sahibi olmakla, düşünceyi hayata geçirme arasındaki diyalektik bağ, iradenin kendisini ortaya çıkarır. Devrimci birey ya da devrimci hareket düşünce ve inançları uğruna mücadele ederken, karşılaştığı zorluk karşısında kırılan değil, gücünü kullanarak bunu aşandır. Oysa bugün devrim saflarında yaşanan zayıflık, irade kırılmasının yarattığı sorunlar, tüm devrim güçlerini etkileyen boyuttadır. Ve her gün bu kırılmayı yaşayan güçler, kırılan iradeleriyle halk yığınlarının karşısındadırlar. Sorun nerede? Sorun, gücün kullanılmamasında.

 

Lenin diyor ki, “Mutsuzluğa ve düş kırıklığına kapılmamak için bunalım kaynaklarının derinliğini iyi bilmek gerekiyor. İnsan, üzerinden atlayıverip bunalımdan kurtulamaz, ancak o bunalıma karşı kararlı bir savaş vererek ayakta kalabilir. Çünkü bu bunalım bir rastlantının ürünü değildir.” (Tasfiyecilik Üzerine, s. 127).

 

Dünya devrimci hareketlerinin ve ülkemiz devrimcilerinin yaşadığı tamamıyla bir bunalımdır. Bunalımın yarattığı sorun, üzerinden atlanarak geçiştirilmekte ya da sadece bunalımın kendisi tahlil edilmekte. Aşma yöntemi, sert bir irade savaşıdır. Bu irade savaşının göze alınmadığı noktada statükoculuk, kendiliğindencilik, sağa savrulma, düzen içi bir örgütlenmeye dönüş ya da koşulların dayattığı çözümler, düşünceler ileri sürme kaçınılmaz olmakta.

 

Elbette ki yaşanan gerçekliğin kendisi, devrimci mücadelenin ilerlemesinde, gerilemesinde, doğrudan veya dolaylı olarak etkide bulunacaktır. Devrimcilerin sorunu, her engeli irade savaşıyla aşabilir diye bir sav ileri sürmek bilimsellikten uzaklaşmak anlamına gelir. Ancak sınıf mücadelesinde karşılıklı bir irade savaşı olduğu gerçeğini unutmamalıyız.

 

İrade kırılmasını daha çok yenilgi anlarının zorluklarına katlanamayan, küçük burjuvazinin saflarında görmek mümkündür. Ülkemiz devrimci hareketlerinin sınıf temeline dayanmayan, daha çok küçük burjuvaziden beslenen özelliği bu irade kırılmasını yaygın hale getirmektedir. Burjuvaziyle proletarya arasındaki kavgada ortada duran, hangisinin ileri hamle yapacağına göre tavır belirleyen küçük burjuvazi, bugün karşı devrim saldırıları karşısında ilk bayrak indiren kesim olmuştur. Ve düzene secde etmektedir. Küçük burjuvazinin devrimci mücadelenin herhangi bir aşamasında karşılaşılan bir zorluk, karmaşa-kaos karşısında güvenini yitiren özelliği bilinen bir gerçekliktir.

 

Küçük burjuvaziden beslenen sınıf temeline dayanmayan devrimci hareketler, oligarşinin ve emperyalist gericiliğin saldırı dalgası karşısında en çabuk etkilenen, kaos ve karmaşaya yol açan ruh halleri devrimci hareketlerin iradeleri üzerinde bir basınç etkisi yapmaktadır. Küçük burjuva bir devrimci hareket, küçük burjuvazinin trajedisine ortak demektir. İrade savaşında başarılı adımlar atmak, ileri hamleler içerisine girmek, küçük burjuvaziden kopuş yaşamakla eştir.

 

Yaşadığımız süreç Türkiye devrimci hareketi açısından tarihsel bir dönüm noktasıdır. Bu sürecin bir ayrışma ve kopuş üzerine şekillenmesi kaçınılmazdır. Küçük burjuvazinin kararsız, ikircikli, inançsız ve güvensiz yapısından beslenen bir devrimci hareketin mücadeleyi iradeler savaşı olarak sürdürmesi mümkün değildir. Bu durum eninde sonunda her devrimci hareketi güncel gelişmelerle sınırlı siyaset yapma anlayışından ve dalgalanmaların ruh haliyle hareket eden, küçük burjuvazinin içerisinde örgütlenme durumundan uzaklaştıracaktır.

 

Devrimci hareket olarak güçlü bir irade savaşının sürdürülebilmesi için, bu gerçeği görmek, bu gerçekler ışığında kendimizi düzenlemek zorundayız. Tekrarın ve deneyin kimseye bir şey kazandırmadığı ortadadır. Gerçeğin ve yaşanan tarihin ve bugünün olumsuz koşulları, kendimizi tekrar etme lüksünü elimizden aldığını bilmeliyiz.

 

Bilinmelidir ki sınıflar mücadelesi her şeyden önce yoğun bir irade savaşıdır. İradeyi belirleyen şey ise, davaya duyulan güven, ona tutkuyla bağlanma ve her yanıyla taşınan düşüncedir. Düşmanın bu savaşım ve iradeler çarpışmasında her zaman hedeflediği tek bir nokta vardır. Kendi iradesini halka ve devrimcilere kabul ettirmek. Günümüz koşullarında yaşanan olumsuzlukların etkisiyle düşünen daha rahat ve her türlü aygıtıyla güvenimizi, tutkumuzu, düşüncelerimizi yıkmak, bozguna uğratmak istiyor. Ve bu konuda ileri adımlar attı. Soyut ve süslü kavramlarla sınıf mücadelesinin bir irade savaşı olduğunu tekrarlamak değil, bu gerçeğe uygun pratik sergilemektir.

 

Mücadelenin düz bir hat izlemediği, inişli-çıkışlı ve birçok zorlukları barındırdığı biliniyor. Bu mücadele süreci boyunca başarı ve başarısızlıklar birbirini izleyerek devam eder. Bu yüzden kimi dönemler işlerin bozulması karşısında düş kırıklığına uğrayarak karşı cepheden yapılan saldırılara ortak olmamak, ya da o zemini sunmamak bu tür anların ortadan kaldırılması için temel yoldur. Bugün yaşanan karmaşa ve kaos ortamının tüm olumsuzluklarını kendine dayanak yapan, devrimi ve sosyalizmi adeta kötülüklerin kaynağı olarak gösterenler, irade kırılmasının tipik örnekleridir. Ve bu tür örnekler, devrim saflarında yaratacakları bozgunun hayaliyle her gün (burjuvaziden çok) irade kırmaya yönelik bir çaba içerisindedirler.

 

Oligarşi, tüm imkân ve olanaklarıyla devrimciler şahsında emekçi halklara adeta elinde hoparlör, “teslim olun” çağrılarını yineliyor. Teslimiyeti dayatan düzen karşısında sürecimizi, görevlerimizi tüm boyutlarıyla görmek ve kavramak zorundayız. Başarısızlıklarda ve olumsuzluklar döneminde altında ezilen, moralman çökmüş, ruh hali kaybetmeye dönük olmaktan çıkmalıyız. Bir alanda yaşadığımız yenilgi ya da başarısızlık karşısında bozgun yaşamaktan çok başarı kazanmak için başka bir hedefe yönelmeliyiz. Bir eylemde başarısız mı olduk, propaganda ve örgütlenmede başarılı olmak için çabalamalıyız. Örgütlenmede başarısız mı olduk, eylemde başarılı olmanın yollarını aramalıyız. Ama mutlaka, düşman karşısında başarısız olduğumuz her faaliyeti, başarılı kılmak için mücadele etmeliyiz. Saldırı taktiğimiz, politikalarımız bu temelde biçimlenmeli. Kendimizi yenilemede, aşmada, yeni hamleler yapmada bu yöntem pratik mücadelede bize güven kazandıracaktır.

 

Disiplinimizi, irademizi güçlendiren bir iç tutarlılıkla ele almalı, adım adım bütün saflarımızda egemen kılmalıyız. Görevlerimizi, günlük işlerimizi bir düzen içerisinde, düşman karşısındaki konumumuza göre irade savaşının bir parçası olarak ele almalıyız.

 

Direnme odakları en olumsuz koşullarda başarılı olmanın ilk anahtarıdır. Düşmanın her saldırısı karşısında oluşturulan ve geri adım atılmayan her direnme odağı, etrafında yeni direnme odakları yaratır. Bu anlayış, göle atılan taşın, etrafında yarattığı halkalar gibi örülmek zorundadır. Zira taşın göle düştüğü an, onun kendi etrafında merkez oluşturmasıyla ilgilidir. Bu anlayışla şekillendirildiğinde, iradenin pratik yaşamdaki rolü daha bir somutluk kazanacaktır.

 

Direnme odaklarının düşmanla aramızdaki irade savaşımında oynayacağı rol yadsınamaz. Bu direnme odaklarını devrimci hareket saflarında güçlü bir iradeye dönüştürmek için, atacağımız adımlar bizi hem örgüt, hem de birey bazında ileri hamleler eşiğine götürecektir. Yeter ki bir sistematik içerisinde ilkin kendi içimizde bunları yaratalım.

 

Bu direnme noktaları nasıl ele alınmalı?

 

1) Baştan itibaren vurguladığımız gibi, bugün oligarşi emperyalist gericilik, yenilgi ortamının verdiği rahatlıkla devrimcileri ve halkı propaganda bombardımanına tutmuş durumda. Düzene teslimiyet yanında, düzeni rahatsız etmeyecek bir mücadeleyi dayatıyor. Umutsuz, moralman çökmüş ve iradeyi tümden teslime yönelik ideolojik saldırıları, devrimci saflarda etkisini fazlasıyla gösteriyor. Düşmanın bu propaganda ve ideolojik saldırıları karşısında, saflarımızda güçlü bir eğitim seferberliği yaratarak, düşmanın içimizdeki etkilerini temizlemeliyiz. İdeolojik ve politik etki alanını saflarımızda sınırladığımız düşman karşısında, net ve etkilenmeyen bir duruş ortaya çıkarabiliriz. Düşmanın propagandasını ve ideolojik saldırılarını savuşturabiliriz. Sosyalizme olan inanç ve güveni koruyarak hamleler yapmak için daha uygun zeminler oluşacak ve saflarımızda düşmana açık kapı bırakmayan bir hareket olarak halka gitmenin, halkı bu inanç ve güven etrafında toparlamanın iradesi ortaya çıkacaktır.

 

2) Düşman işkence altında devrimcilerin iradesini, direnme azmini kırmaya yönelik her saldırısı boşa çıkarılarak bir direniş sergilenmelidir. Küçük ve tek tek direnişlerin devrimci saflarda moral, düşman saflarında moralsizlik yaratacağı, düşmanın kendini en güçlü hissettiği işkence merkezlerinde yenilgiyi tadarak bozgun yaşayacağı açıktır. Bunun için her insanımızın davaya ve ideallerine bağlı bir devrimci olarak, kendini bir direniş odağı olarak görmesi gerekir. Bu inançla kendini sosyalizm kavgasının bir neferi haline getirmelidir.

 

Kendi direnişimizin bir örgüt ve topluluk direnişi olduğunu unutmadan, düşman karşısında bir cepheyi temsil ettiğimiz bilinciyle hareket edilmelidir. Saflarımızda her unsurun ve kadronun böylesi direniş odakları yaratmada gelecek açısından sıkı ve çelikten bir iradenin ortaya çıkarılmasında oynayacağı rol ortadadır. İlkemiz direnmek ve teslim olmamak üzerine kurulu bir ilkedir. Bu ilke, devrimci hareket insanlarının temel şiarıdır. Hedeflediğimiz güçlü iradenin yaratılmasında temel önemdedir.

 

3) Düşmanın en büyük saldırılarından bir tanesi de ilke ve kurallarımızı, disiplinimizi, mücadeleyi ciddiyet içerisinde sürdürmemize duyduğu öfkedir. Değerlerimizi ve iç disiplinimizin içini boşaltmak, yozlaştırmak için özel çabaya girişmesidir. Bu nedenle, kendi iç disiplinimizi görev ve sorumluluklarını yerine getirmede tereddütte kapılmadan, rahat, keyfi davranışlara sapmadan ele almak zorundayız. Devrimci hareket saflarında, tüm insanlarımızı bağlayan disiplin ögesi, aramızdaki ilişkileri yıkılmaz ve sağlam kılacaktır. Disiplin anlayışı, yaşamımızı her boyutta düzenleyen, yol gösteren, sorumlulukların ve görevlerin yerine getirilmesinde bizi ciddiyete davet eden bir ögedir. Disiplini kaybolmuş bir devrimci, iradesini doğru ve yerinde kullanma yetkisini de kaybetmiş demektir. Disipline, ciddiyete kendi içimizde vereceğimiz önem, bizi küçük de olsa sağlam kılacaktır.

 

4) Düşmanın her saldırısını savuşturmak, terörünü durdurmak için yarattığımız olanakları, ilişkileri koruyarak başarabiliriz. Gücümüz, bu yöndeki hazırlıklarımız yetersiz olabilir. Ama unutmamalıyız ki, düşman, yeni kurduğumuz veya oluşturduğumuz her türlü ilişkimizi baştan yıkmak isteyecektir. Daha baştan, hiçbir fırsat tanımadan, moralman çökertecektir. Bunun bilincinde, geri adım atmadan, yarattığımız her ilişkiyi, her olanağı bir yerde tutma tarzıyla davranmalıyız. Atılan her geri adım, yeni geri adımlar olacaktır. Bunun sonu yoktur ve kısır döngüye hapsolmak anlamına gelir.

 

Kurumlarımıza yaptığı saldırılar, öne çıkmış yönetici insanlarımıza verdiği cezalar, tutuklamalar, vb. her şey emekle, özveriyle oluşturduğumuz değerleri bir anlamda boşa çıkarma girişimidir. Bu tür saldırılar karşısında kurumlarımıza her zamankinden daha fazla sahiplenme gücü ve kararlılığı içerisinde olabilmeliyiz. Moral güçlülüğümüz, cesaret ve atılganlık yanımız öne çıkmalı, her boşluğu dolduracak iradeyi ortaya koymalıyız. Bu yaklaşım ve anlayış içimizde bir kimlik ve kişilik olmalıdır.

 

Sürecimizin, kendimizi yeniden inşa etmekle devam ettiğini belirtiyorsak, bu sürecin iradeci yanı ancak belirttiğimiz küçük çaplı direnme odaklarıyla mümkün. Kendi içimizde sımsıkı, tek yumruk, cesaret ve güven temelinde yaratacağımız ilişki, bizi gerçek anlamıyla bir direnme odağı yapacaktır. Yaşanan bunalımın halkta yarattığı moralsizliğin aşılmasında, bu ilk kıvılcımların önemi büyüktür. Tarih bu anlarla doludur. Ve bu tür anlarda tek tek insanların ortaya koyduğu ataklık, cesaret, kimi kez geleceğin kazanılmasında, direniş cephesini genişletmede önemli rol oynamıştır.

 

Kendi tarihimizin de bu tür anlarla dolu olduğu bilinmelidir. Bugün aramızda bulunmayan, şehit yoldaşlarımızın yaşamı tek tek incelendiğinde görülecektir ki, en olumsuz koşullarda devrimci iradeleriyle, birçok sorunu, engeli aşarak, hareketin toparlanmasında rol oynamışlardır. Herkesin devrimcilikten, devrimcilerden kaçtığı, korktuğu bir dönemde, moral ve güven içerisinde, yalnız olduklarına bakmadan, insanüstü bir çaba sarf ederek, o koşulların aşılmasında pay sahibi olmuşlardır. Yaşadığımız sürecin hepimize tek tek böylesi bir sorumluluk yüklediğini bilmeliyiz. Bu görev ve sorumluluk bilinci içerisinde, kendimizi, çevremizi biçimlendirmeliyiz.