Gençlik

Gençlik kiminse Gelecek Onundur! (*)

 

(*Bu yazı ilk defa Kasım 1997 tarihli Devrimci Çözüm Dergisi’nin 9. sayısında yayımlanmıştır.)

 

“(...) Bizde, devrimin partisinde gençlerin ağırlıkta olması doğal değil midir? Biz geleceğin partisiyiz, gelecek ise gençliğindir. Biz toplumu yenileştirenleriz, gençlik yenileştiricileri seve seve izler. Biz eski kokuşmuşluğa karşı özveri ile yürütülen bir mücadele partisiyiz. Özveri isteyen bir mücadeleye ilk olarak her zaman gençlik hazırdır.” (V. İ. Lenin).

 

Herhangi bir konuda ortaya koyaca¬ğımız anlayışımız açık ve net olmalıdır. Soyut teorik formülasyonların ötesinde, yaşam içinde karşılaşılan sorunların çözümüne de yönelik olmalıdır. Yaşamla bağlantısı kurulamayan ya da sorunların çözümüne ışık tutmayan önermeler, eksik önermelerdir. Önermeler alternatifle birlikte konulmalıdır. Geleceğe ertelenen hedefler yerine, güne ilişkin, sorunların çözümünü de içeren programlarımız olmalıdır. Bu programlar bir yanıyla uygulanabilir, diğer yanıyla devrimci, dönüştürücü, yeni insana, yeni topluma ışık tutucu olmalıdır.

 

Bu bağlamda ele alacağımız her alanın sahip olduğu sorunları, somut tahlilleri gündeme getirmek, farklı kesimlerden gelen, farklı yaşam alışkanlıklarına sahip olan toplumsal formasyondaki, üretim sürecindeki yerlerini, kültürel alışkanlıklarını, sahip olduktan ahlaki değerleri, kendi ilişki ve gelişimleri içinde ele alarak bu alanı kapsayacak programı yaşama geçirecek ve somut talepleri doğrultusundaki bu programı kitlelere sahiplendirecek ve toplumsal mücadelenin bütünü içinde önemli bir yer edindirebilecek bir örgütlülükle yaşam bulduracak kanal ve mevzileri ve ona uygun çalışma biçimlerini göz önünde bulundurmalıyız.

 

Yaşadığımız tarihsel kesitte, sosyalist ülkelerin yıkılmasıyla birlikte sosyalizmin prestij kaybetmesi sonucu emperyalist sistem, bu durumu kendi lehine çevirecek yol ve yöntemleri üreterek, gerek ideolojik olarak; kurumlarını da yaratarak, gerekse de ekonomik ve sosyal olarak kitleleri etkisine alma faaliyetlerini her cepheden sürdürmektedir. Ne var ki, sistemin içinde bulunduğu yapısal krizin varlığı ve bunun yansıma boyuttarı -özellikle bizim gibi ülkelerde- çok daha derin olmaktadır. Ekonomik ve siyasal krizin sürekli derinleşen varlığıyla, emekçi halklar üzerinde sömürü ve baskıyı arttırması ve buna bağlı olarak nesnel koşulların her geçen gün daha da olgunlaşmasına karşın, bu durumu emekçi halklar lehine çevirebilecek bir mücadeleyi örgütleyebilecek ve devrime götürüp, iktidarı alabilecek güçlü bir örgütlülüğün yoksunluğu -kendiliğinden ve çok cılız olarak varlığını sürdüren toplumsal muhalefet dışında- toplumun hemen hiç bir kesiminde güçlü bir toplumsal muhalefet ve devrimci mücadelenin yaratılamamasını da beraberinde getirmektedir.

 

Teknolojik gelişimin hızla ilerlediği günümüz dünyasında egemen ideoloji, sosyalist ülkelerin dünyanın 1/3'ünü kapsadığı, ideolojik olarak da emperyalizm karşısında büyük bir güç olduğu ve sosyalizmin prestijinin en yüksek olduğu dönemlerdeki gibi toplumu, karşıtına göre koşullayıp, kendi yanında yer alması için biçimlemeye çalışmamaktadır. Bugün sistem ideolojisiz insan istemektedir. Toplumun her kesiminde yaratmak istediği insan tipi budur. Bu insan tipi dolaylı olarak bu sistemin devamını sağlayacak ve sistemin yeniden kendini üretmesi için yanında yer alacaktır. Bu hedef doğrultusunda toplumun tüm kesimlerine her tür araç ve yöntemi kullanarak yoğun bir saldırıya geçmiştir.

 

Toplumun en dinamik, en aktif ve açık kesimi olan gençlik ise bu saldırılardan en fazla nasibini alan kesim olmuştur.

 

Toplumun en dinamik, en aktif ve en açık kesimi olan gençliğe gidebilecek araçları, yöntemleri doğru seçebildiğin oranda yanına çekebilecek, örgütleyebileceksindir.

 

Bu genel önerme, gerek sistem için, gerekse devrimciler için geçerlidir. Yaşadığımız, süreçte bu önermeyi, sistemin kendi lehine kullandığını, değerlendirdiğini ve sonuçlar aldığını görmekteyiz.

 

Devrimciler ise bu durumu kendi lehlerine çevirememiş, bununla da kalmayarak geçmişten bu yana aynı politik argümanların değişim ve gelişime uğratılmadan aynı yöntem ve araçlarla gençliğe gitmesi sonucu oligarşinin bu zemini daha iyi kullanmasına yol açmıştır.

 

Oysa bu durumu tersine çevirebilmek için yapılması gereken şey şudur. Bugün yaşanılan sürecin sağlıklı bir analizi yapılmadan, gençlik üzerindeki etkileri saptanmadan, geçmişte yapılanların değerlendirilmesi sürecine girilmeden ve tüm bunlardan ders çıkarıp, olumsuzlukları bugüne taşımadan yapılan tüm çalışma ve faaliyetliliklerle bir yere gidilemeyeceği, sadece geçmişin bir tekrarının yaşanacağı ortadadır. Ve bu durumun, objektif olarak sistemin kendisini yeniden üretmesini sağlayacağı açıktır. Yapılması gerekenleri doğru temelde, bilimsel, temelde, o alanın ihtiyaçlarına denk düşecek program ve politikalara sahip örgütlenmelerle yerine getirebilir ve gençliğin kendi örgütlenmesiyle gençliği örgütleyebilir, toplumsal mücadelede olması gereken yere götürebiliriz.

 

Bugün bu durumun tam tersi bir süreç yaşanmaktadır. Nicel olarak varlığını sürdüren, statükocu, gelenekçi ve hantal yapılanmaların bugün gençlik içindeki örgütlenmelerinin düzeyiyle bunu daha net olarak görmekteyiz.

 

Bu noktada yapılması gerekenin, geçmişte kullandığımız plan, program ve politikaların, daha da genelleştirirsek; örgütlenme anlayışı ve çalışma tarzının sağlıklı ve bilimsel temellerde değerlendirmesinin yapılmasıdır demiştik. Ele aldığımız alana yönelik olarak yapacağımız geçmiş değerlendirmesinin günümüzün temel sorunlarına çözüm üretimine sağlayacağı katkıyla anlamlanabileceğini göz ardı etmemeliyiz. Bunu yaparken geçmişin tüm ilişki, çelişki ve gelişmeleriyle birlikte; olumlu ve olumsuz tüm yönleriyle, yani, süreci bütünüyle ele alarak değerlendirmeliyiz.

 

Sonuç olarak, bugün yaşadığımız süreci bütünüyle kavrayarak, yeni sürecin bilimsel temelde, Marksist temelde yapılacak analiziyle, somut koşulların somut tahlillerine uygun politikalar üreterek ve bu politikaları yaşama geçirebilecek örgütlenmeler oluşturarak, gençliği örgütleyip mücadelenin önemli bir parçası haline getirebiliriz.

 

Geçmiş sürecin değerlendirmesini yaparken özellikle ‘80 öncesinde, tarihin o kesitinde gençliğe damgasını vuran özellikler, gençlik hareketinin durumu, toplumsal mücadeledeki yeri ve özellikle de o sürece damgasını vuran ve toplumun hemen tüm kesimlerini etkileyen Dev-Genç örgütlenmesini ve politikalarını ele almalıyız. Yukarıda belirttiğimiz gibi, bu değerlendirmeyi mutlaka Marksist temelde, bilimsel temelde yapmalıyız.

 

Yine bu temelde özellikle ‘80 sonrası sürecin, ‘90'lara kadar olan sürecin genel özelliklerini, sürece damgasını vuran temel yapılarını, özellikle 12 Eylül faşist cuntasının genel olarak tüm toplum üzerinde, özel olarak da gençlik üzerindeki etkisini her yönüyle; ekonomik, sosyal, siyasal, ahlaki ve kültürel olarak ele alıp değerlendirmeliyiz.

 

Özcesi, ‘80 sonrası gençliğin, ülkedeki yapılanmadaki yeri ve ‘80 öncesi gençliğe göre gelişimi ve değişimi ele alınmalıdır.

 

Gerek ‘80 öncesi, gerekse de ‘80 sonrası gençlik hareketini açarsak (bu iki kuşağın ve verdikleri mücadelenin değerlendirmesini daha kapsamlı olarak farklı bir yazıda ele alacağımızdan burada kısaca değiniyoruz):

 

‘80 öncesi gençlik hareketinin en büyük özelliği, kendi dışındaki toplumun diğer tüm kesimlerini etkilemesiydi. ‘70’li yıllarda, toplumsal aydınlanış süreci olarak adlandırabileceğimiz o dönemde belli birikimler elde edildikten sonra oluşturulan politikalar gündeme gelmiştir. Aydınlanan genç bir kuşak vardır. Ve bu kuşak, anti-emperyalist gösterilerde, sokaklarda, sömürüye uğrayan işçilerin grevlerinde, köylünün toprak işgallerindeydiler. Ayrıca okullarda boykotlarda, işgallerde ve yine o süreçteki anti-faşist mücadelenin en ön saflarında yer almaktaydılar.

 

Kısacası ‘80 öncesinin gençlik örgütlenmesinde çok önemli yere sahip olan Dev-Genç, ülkemizde hem genel siyasi yaşamın içinde, hem de sosyalizm uğruna verilen devrim mücadelesinin gelişmesinde önemli bir etkinliğe sahip olmuştur.

 

Gerek politik olarak, gerek kültürel olarak yarattığı değerlerle, gelenekle, genel toplumsal mücadele içinde mücadelenin en önünde yer alan bir duruşa sahipti. Bu durumu tarihsel olarak ele aldığımızda, dünyanın ve ülkemizin o kesitteki konjonktürünün etkilenmesinden, yani nesnel durumdan, genel durumdan bağımsız düşünemeyeceğimizi ve bu durumun gençlik içinde ifadesini bulan örgütlenmelerin sürece denk düşecek, sürecin ihtiyaçlarını karşılayacak politikalar sonucu yaratıldığını- görmekleyiz.

 

12 Eylül faşist cuntasının faturasının eri büyüğünün gençliğe çıkarıldığı ‘80 sonrası süreçte -ki bunun sonucu olarak direkt hedef haline gelen ve cuntanın yoğun saldırılarına maruz kalan gençliği yoğun bir şekilde etkisiz hale getirmek için oluşturduğu depolitize etmeye yönelik politikalar karşısında gençliğin durumu ‘80 sonrası sürecin genel özelliklerini bize vermektedir.

 

Bütünden ayrı olarak ele alınamayacak bu durum, bize şunu göstermektedir. ‘80 öncesi gelişen toplumsal mücadeleyi bastırmak ve 24 Ocak kararlarıyla birlikte uygulamaya sokulan ekonomik politikaları yaşama geçirtmek ve buna bağlı olarak tüm toplumu depolitize etme amaçlı olarak örgütsüz bir toplum yaratmak için, ilk iş olarak örgüt fobisi oluşturacak politikalarını sergilemişlerdir. Baskı ve zora dayalı olan bu politikalar, kitleler üzerinde, halk üzerinde başarılı da olmuştur. Bu başarı öylesine boyutludur ki, toplumun en aktif, dinamik ve açık kesimi olan gençlik tamamen pasifize konuma getirilerek, oluşturulmak istenen örgüt fobisini en fazla üzerinde taşıyan kesim haline gelmiştir. Bugün dahi bunun etkileri belli oranlarda gençlik üzerinde sürmektedir. Bu durum tek başına 12 Eylül'ün baskı ve zor politikalarının sonucu değildir elbette. Bununla birlikte gerek 12 Eylül'den bu yana uygulanan tüm politikaların, özellikle '80 sonrası gençliğinin üzerinde yarattığı ahlaki, kültürel deformasyonun etkisi ele alınmadan sağlıklı bir değerlendirme yapmak mümkün değildir.

 

Geçmişin ve geleceğin çakışması olan bugünün ilişkileri, çelişkileri ve gelişimi nesnel olarak kavranabildiği oranda, geçmişi doğru temellere oturtabilir, geleceğin alacağı biçimleri de öngörebiliriz.

 

‘80 sonrası süreci gençlik hareketi açısından kısaca değerlendirirsek karşımıza çıkacak tablo şu şekildedir: Özellikle ‘85'lerden sonra 12 Eylül'le başlayan toplumdaki depolitizasyonun etkisinin yavaş yavaş kırılması, belli bir hareketlenmeyi de beraberinde getirmiştir. (Bu sürecin devrimci hareketin toparlanmasıyla birlikte gelişmesinin altını çizmek gerekir.) Özellikle ‘87-‘89 yılları arasında ortaya çıkan hareketlenme ve gençliğin kendi örgütlenmesinin yarattığı faaliyetler, kendi içerisinde yüksek düzeylere ulaşmıştır. ‘90'lara kadar gelişen bu hareketlilik yeniden durgunlaşma ve gerileme sürecine girmiştir. Bu duruma düşülmesinin birçok nedeni vardır. Yaşanılan sürecin genel özellikleriyle açıklanabilir olsa da, mücadele açısından çok önemli bir mevzi olan gençlik kesiminin içine düştüğü bu durum, yani gerileme ve durgunlaşma sürecini tek başına nesnel koşullara bağlı olarak açıklamak doğru değildir. Asıl olarak nesnel durumla birlikte, sübjektif durumu yaratmadaki eksikliğin, yani örgütlenmeyi yapıp mücadeleyi geliştirecek devrimci hareketin içinde bulunduğu olumsuz durumu, tıkanıklığı aşamamış ve gelişim, değişim içine girememiş olmasını görmek gerekir. Aksi durum idealistçe bir yaklaşım olacaktır.

 

Tekrar sürece dönersek, özellikle ‘87-‘90 sürecinde, gerek ülkemizin nesnel koşulları, gerekse 12 Eylül döneminin arkasından devrimci hareketin her şeye rağmen toparlanma, örgütlenme ve mücadelenin gelişme sürecine girmesiyle birlikte, bu durum gençlik kesimi içinde de yansımasını bularak çeşitli örgütlenmelere gidilmiş ve üzerine ölü toprağı serpilmiş olan gençlik de bu durumdan sıyrılarak hareketlenmeye ve mücadele içine girmeye başlamıştır.

 

Bu bağlamda gençlik kendi akademik-demokratik sorunlarına sahip çıkarak, ülkemizde yaşanan genel politik sürecin içine girerek, sorunlara duyarlı hale gelmiş ve çeşitli eylemlilikler göstermiştir bu yönde. Yine bununla birlikte asıl olarak devrimci mücadele içinde yerini alarak bir kez daha dinamik, aktif ve açık özelliğine yaraşır tarzda davranmıştır.

 

Yine bu süreçte, gençlik kendi örgütlenmesi olan TÖDEF ve gençlik içinden çıkan unsurlarla oluşturulan DEV-GENÇ örgütlenmesini –‘80 öncesi DEV-GENÇ örgütlenme düzeyi ve o süreçteki kitleselliğe ulaşamamış olsa da- yaratmıştır. (TÖDEF ve DEV-GENÇ ayrı bir yazı konusu olduğundan, burada değinmeyeceğiz.)

 

Bu süreçte farklı siyasi yapılar da gençlik içinde kendi örgütlenmelerini yaratmışlardır. Özellikle belli bir kesimi yer edinebilmiştir. Bu yapılardan bazıları, 12 Eylül'ün hedef aldığı, pasifize ettiği ve radikal mücadeleden çekinen gençliğin bu özelliğinden yararlanarak reformist politikalarla gençliği örgütleyerek, radikal mücadele biçimini yadsıyacak tarzda, ülke sorunlarına duyarsız, sadece tartışma ve bilgi üretme olarak belirledikleri faaliyetlere ve bunun araçları olarak da “kulüp tipi” örgütlenmelere gittiler. Yine bu anlayış, öğrenci gençliğin mücadelesini öz olarak akademik-demokratik mücadeleyle sınırlayarak, taleplerini de düzen için sınırlara hapsetmiştir.

 

‘90'lı yıllara ve bugüne baktığımızda gençliğin toplumsal mücadeledeki yerinin, değil istenilen tarzda olduğu, tam tersi, çok cılız ve yer yer kendiliğindenci hareketlenmeleri kapsayan bir mücadele içinde olduğunu görmekteyiz.

 

Sonuçta toplumun en ileri ve dinamik kesimi olan gençlik bu yıllarda da gerçek yerini bulamamıştır.

 

Ülkemizin devrim mücadelesini örgütleyebilecek, yaşamı tüm yönleriyle kapsayabilecek, sürecin ihtiyaçlarına cevap verebilecek güçlü bir devrimci hareketin olmayışı, nicel olarak varlığı söz konusu olan mevcut siyasi yapıların da içinde bulundukları olumsuz durumlar sonucu oluşan boşluk, gençliği ve gençlik hareketini de doğrudan etkilemiştir bu yıllarda da...

 

Yaşanan süreçte, mevcut tıkanıklığı aşarak, söz konusu boşluğu doldurabilecek güçlü bir örgütlenmeyi yaratmaktır önümüzde duran acil görev. Bunun bilinciyle davrandığımız noktada, bu örgütlenmenin önderliğinde, gençliği kapsayabilecek ve ‘80 öncesinde olduğu gibi toplumsal mücadelenin önemli bir parçası haline getirebilecek, gençliğin kendi somut taleplerine de cevap verebilecek örgütlenmesini de yaratarak, ülkemiz genel politik ortamına duyarlı, çok önemli bir mevziyi kazanmış olacağız.

 

Gençlik örgütlenmesini yaratabilmenin koşulu, gençliğin toplumun genelinde var olan politik akımlardan hangi düzeyde etkilendiği, bu politik akımların ifadesi olan düzen örgütlenmelerinin gençlik içindeki durumu, gençliğin bugün başat sorunu olan akademik-demokratik sorunları ve ülkemizde özellikle ‘90'lardan başlayan değişimle birlikte, bu sürecin getirdiği ekonomik, sosyal, siyasal, ahlaki, kültürel değişimlerle birlikte, kendi kimliğini ifade edebilmek için arayışta olduğu kanallar vb. olguları ele almaktan geçiyor.

 

Yeni bir öğretim döneminin başlangıcı olmasıyla birlikte yükseköğrenim gençliğinin akademik-demokratik sorunları ve bu sorunlar karşısındaki devrimci tavrın neler olması gerektiğini belirtmek istiyoruz.

 

24 Ocak kararlarıyla birlikte başlayan, 12 Eylül faşist cuntasının uygulatmaya çalıştığı, ardından da sivilleşmeyle(!) birlikte OZAL hükümetinin sürdürücülüğünü yaptığı ve günümüze değin de devam eden ekonomik ve siyasi yapılanmalarda başlayan değişim-dönüşümün/yeniden yapılanmanın en önemli yanı devletin ekonomik faaliyetinin büyük bir bölümünün özel sermayeye devredilmesidir. Sistemin kendisini yeniden üretebilmesi için sürekli gündemde olan özelleştirme politikalarıyla birlikte, toplumsal yaşamın tüm boyutları sermayeye pazar olarak sunulmaya başlandı. Bu bağlamda, daha önce devlet tarafından karşılıksız olarak ya da herkesin karşılayabileceği çok cüzi miktarlarla yapılan kamu hizmetleri, bu özelleştirme politikalarının bir sonucu olarak, yeniden yapılandırma sürecinde fiyatlandırılmaya başlandı. Karşılıksız olarak yapılan eğitim hizmeti de bir sektör konumuna getirilerek özel sermayeye açılmak istenen bir pazar konumundadır.

 

Bu uygulamalar sonucunda başlangıçta üniversitelerde eğitime katkı payı adı altında yıllık harç uygulamalarına başlanmıştır. Sürekli artan enflasyonla birlikte artan bu harçlar yüksek meblağlara ulaşınca, paralı okullar haline gelen devlet üniversiteleri ve yüksekokullarda emekçi halkın çocukları okuyamaz duruma gelmişlerdir. Bugün bu miktarlar sadece toplumun azınlıkta olan belli bir kesimi tarafından karşılanabilmektedir. Yine bu harç ve katkı paylarının dışında, sürekli yükselen enflasyon ve zamlar karşısında, dar gelirli yoksul emekçi halk, eğitimde kullanılan malzemenin fiyatlarını karşılayamaz duruma gelmiştir.

 

Yukarıda belirttiğimiz bu durum sadece yükseköğrenim için değil, ilköğretim ve orta öğretimde de söz konusudur. Devlet tarafından parasız olarak verilen eğitim hizmeti artık paralı bir sektör haline gelmiştir.

 

Tüm bunlardan anlaşılacağı gibi, dar gelirli yoksul emekçi halkımız çocuklarını; liseler de dahi okutmakta zorlanırken, üniversitelere gönderemez duruma gelmiştir. Bu durumun sonucu olarak da, yaşadığımız kesitte, ülkemizde uygulanmakta olan ve halkın çıkarını gözetmeyen ekonomik politikalar sonucu, yükseköğrenimde okuyan gençlik yoğunlukla ekonomik ve sosyal olarak ileri bir düzeyde olan kesimden gelmektedir. Burada bir parantez açmak istiyoruz. ‘80 öncesine baktığımızda ise emekçi kesimlerden gelen gençliğin yoğunlukta olması nedeniyle, gençliğin politize olup safını belirleyerek devrimci mücadele içinde yer alması daha yoğunluktaydı. Bugün bu durum, liseli gençlik içinde daha kolay yaşam bulmakta ve örgütlenmeleri ise daha yoğunlukta olmaktadır. Bu anlamda liselerdeki hareketliliği yaratan dinamizmin en önemli faktörlerinden biri de budur.

 

Yeniden konumuza dönersek, bugün özelleştirme politikalarının yarattığı soruna karşı gerek liseli gençliğin, gerekse de yükseköğrenim gençliğinin hem ayrı ayrı hem de ortak mücadelesini geliştirmede geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl da önemli bir moment olacaktır.

 

Ayrıca toplumun diğer kesimlerini de birebir etkileyen bu politikalara karşı verilecek mücadeleyle, toplumun diğer kesimlerinin vereceği mücadelenin birlikteliğiyle de önemli bir yan yakalanmış olacaktır.

 

Gerek gençliğin özelleştirme politikalarına -artan harçlara- karşı vereceği mücadelenin, gerekse de toplumun diğer kesimleriyle birlikte bu politikalara karşı vereceği mücadelenin başından itibaren politik bir niteliği olmak zorundadır. Bu mücadele tek başına ekonomik-demokratik mücadele sınırlarına hapsedildiği noktada, düzen sınırlarına taşmayacak ve çözümü de düzen içi reformist bir çizgide kalacaktır.

 

Özelleştirme ve buna bağlı olarak harçlara karşı verilecek radikal ve kararlı bir mücadele öğrenci gençlik hareketini derleyip-toparlayıp, politikleştiren dinamiklerden biri olacağı gibi, (95-96 yıllarında bunun örneğini yaşadık) toplumun birçok kesimini de kapsayan bir mücadele zemini oluşturacaktır. Bu zeminin, mücadelenin tek başına ekonomik-demokratik bir mücadele temeline oturtularak yaratılamayacağını ekonomik bir mantıkla hareket edenler nezdinde geçmiş süreçlerde gördük. Bu nedenle düzeni hedefleyen, onun teşhirine yönelik ve kitleleri devrimci mücadeleye çekebilecek politik bir mücadele ve bu politikaları yaşama geçirebilecek devrimci bir örgütlülükle bunu yaratabiliriz.

 

Bu noktada belirtmek istediğimiz bir başka yan şudur. Kitlelerin kendiliğinden bilinciyle oluşan akademik-demokratik mücadeleyi her şeyin önüne koyup sağcı bir anlayışla kitle kuyrukçuluğuna takılıp, legalist bir anlayışla davranmamalıyız. Yine bunun karşıtı olarak da esneklikten ve hoşgörüden uzak, kitlelerin taleplerini hiçe sayan, dar bakış açılı, sekter ve dar grupçu tavırlara da düşmemeliyiz.

 

Bugünkü akademik-demokratik mücadele doğrultusunda gelişen gençlik hareketini, düzen içi sınırlara hapsetmenin önüne ancak bu mücadeleyi devrimci bir perspektifle ele alabilirsek geçebiliriz. Devrimci perspektifle bu mücadeleye önderlik edebilirsek, mücadeleyi daha ileri çekebiliriz. Bizler açısından gençliğin kendi sorunlarına sahip çıkıp, sorunlarına çözüm getirmekle birlikte, temel olarak önemli olan, gençliğin devrimcileştirilmesi ve halkın devrim mücadelesi içinde olması gereken yerini alabilmesidir. Mücadelemizde temel perspektif bu olmalıdır. Ancak bu, gençlik içerisindeki akademik-demokratik talepler doğrultusunda verilen mücadeleyi küçümsediğimiz ya da yadsıdığımız anlamına gelmemelidir. Burada söylemek istediğimiz, bu alanın bütününe yönelik bir faaliyetlilik ve örgütlülük geliştirmektir. Bunu sadece gençliği devrimcileştireceğiz, içindeki unsurları kadrolaştıracağız diyerek tüm enerjimizi bu yöne sarf etmeyeceğiz. (Ki geçmişte yapılan en büyük eksikliklerimizden biridir bu. Yine yaptığımız bu eksiklik bize göstermiştir ki, gençlik hareketinin tabanı daralmış ve kitlesellik sağlanamamıştır.) Yapmamız gereken şey (bu eksikliği gidermek için) politik ve akademik-demokratik mücadele ve örgütlenmeler arasında mekanik bir ayırım yapmadan, diyalektik bir ilişki içinde, organik bütünlükle ele alınmasıdır.

 

Bu bağlamda yürütülecek faaliyetleri şu şekilde adlandırabiliriz. Bir tarafta kendine özgü akademik-demokratik sorunlar, diğer yanda ülkedeki politik gelişmeler ve bunlar karşısında alınması gereken tavırlardır. Kürdistan'da yaşan kirli savaş, işçi ve kamu emekçilerinin mücadelesi, yargısız infazlar, tutsaklara saldırı, gözaltında kayıplar, faili meçhul cinayetler, gelişen faşist saldırılar... Kısacası ezilen ve sömürülen halkların tüm sorunları vd. gelişmeler karşısında verilecek mücadele, gösterilecek tavırlardır yapılması gerekenler.

 

Kitlelerin kendiIiğinden biIinciyle ortaya çıkan akademik-demokratik haklara sahip çıkma ve mevcut sorunları çözme doğrultusunda verilecek mücadelenin önemini yadsımadan, devrimciler bu soruna sahip çıkarak mücadelenin ön saflarında yer almalı ve önderlik etmelidir.

 

Ülkemizde genel olarak toplumun hangi kesiminde olursa olsun oluşturulan tüm örgütlenmeler oligarşinin korkulu rüyası olmuştur. Örgütlü gücün yapabileceklerinin endişesiyle sürekli olarak kendine yönelik bir tehlike gördüğünden yasaklarla, baskı ve zorla (terörle) hep engel olmaya çalışmıştır. Bu durumu tersine çevirip, kırabilmek için -özellikle kitleler üzerindeki örgüt fobisini kırabilmek için- de üniversitelerde de öğrenci gençlik, öğretim elemanları, üniversite çalışanları olarak örgütlenmek zorundayız. Bu nedenle örgütlenmemiz önündeki tüm engelleri kaldırana kadar bunun mücadelesini vermeliyiz. Buna bağlı olarak, üniversiteler içinde örgütlenmiş tüm insanlar, öğrencisi, öğretim elemanı, personeliyle üniversitelerin işleyişinde, yönetiminde söz ve karar hakkı elde edebilmeliyiz.

 

12 Eylül faşist anayasasıyla birlikte oluşturulan ve bugün varlığı yine “yaratanlarca” dahi tartışılan YÖK'ün kaldırılması için gerekli eylemlilikleri göstermeliyiz.

 

Yine 12 Eylül döneminde askeri kışlalara dönüştürülen üniversiteler şu süreçte de nitelik olarak aynı kalmıştır. Bugün askeri kışla görünümünde değilse de, adım başı resmi ve sivil polislerin “güvenlik” adına yerleştirildiği, neredeyse karakolların kurulduğu yerler olmuştur. Bu nedenle de polis baskısı en üst düzeydedir. Polisin okullardaki bu baskısına ve YÖK'ün birer kuklası olan idare ile polisin işbirliği haline son verdirmeliyiz. Ayrıca son dönemlerde oluşturulmaya çalışılan “özel güvenlik birimleri” de bu baskının bir parçası olarak uygulamaya sokulmak istenmektedir. Bunlara karşı da gerekli tavırları alarak, polisin okullara girmesine izin vermemeliyiz.

 

Oligarşinin toplumsal mücadeleyi ve muhalefeti bastırmak için örgütlediği sivil faşist hareket de, özellikle son dönemlerde, üniversitelerde örgütle¬nerek, gençliğin sistem için çok tehlikeli olarak gördüğü mücadelesini engelle¬mek için saldırılarına başlamıştır. Üniversitelerde artan bu saldırılara ve sivil faşist harekete karşı örgütlenerek, anti-faşist mücadeleyi yükseltmek zorundayız. Özellikle polis-sivil faşist hareket ve idare işbirliğine son verilmesini sağlayacak eylemliliklerimizi yapmalıyız.

 

Yükseköğrenim gençliğinin bir başka önemli sorunu da barınma amaçlı kaldığı yurtlardır. Bugün yurtlardaki yaşam koşulları insanlık dışıdır. Ve öğrencileri köleleştirmeye yöneliktir. Beslenme, barınma sorunlarının iyileştirilerek, birer baskı yuvaları haline gelen ve devletin faşist kadrolaşmasının önemli yerlerinden biri haline gelen bu yurtlardaki baskıları boşa çıkaracak mücadeleyi örgütleyebilmeliyiz.

 

Yine bir diğer sorun da öğrenci kredileridir. Bugünün yaşam koşulları göz önünde bulundurulduğunda, devletin verdiği cüzi miktardaki krediler hiç bir ihtiyaca cevap vermemektedir. En azından temel ihtiyaçlarını giderebilmesi için bu kredilerin yükseltilmesini talep etmeliyiz.

 

Bilimin özgürce yapılması gereken kurumlar olan üniversitelerin, bu gerçek niteliğine kavuşturulması yönünde üzerindeki tüm baskı ve yasakların kaldırılması, bilimsel çalışmaların özerk bir işleyişte özgürce yapılması için sonuna kadar mücadele etmeliyiz. Özcesi demokratik üniversite mücadelemizi sonuna kadar kararlı bir biçimde sürdürmeliyiz.

 

Sonuç olarak, gençlik aydın olma, kitlelere bilinç taşıma özelliğine sahiptir: Düzenle çelişkisi olan toplumun tüm kesimlerini bilinçlendirmek, örgütlemek ve düzene karşı sürdürülen mücadeleye halkı seferber etmek devrimci bir örgütlenmenin başat görevidir. Bu yanıyla da ele aldığımızda bizim gibi ülkelerde gençlik önemli bir güçtür. Bu nedenle de devrimci mücadelenin, sosyalist ideolojinin taşıyıcısı olarak, pratik mücadelede daha aktif rol alacaktır. Bunun bilinciyle davranarak hareket etmeliyiz.