Kadın

Kadın Cinayetleri Düzenden Bağımsız Değildir!.. (*)

 

(*Bu yazı ilk defa Aralık 2011 tarihli Devrimci Çözüm Dergisi’nin 1. sayısında yayımlanmıştır.)

 

Hemen her gün televizyonlarda haber haline gelen kadın cinayetleri, son süreçte alabildiğine artmaktadır. Adeta, sistemli katliam havası içinde, ülkenin dört bir tarafından öldürülen, kocasından dayak yiyen, saldırıya uğrayan, tehdit edilen kadınların haberlerini duyuyoruz. Sadece kadın cinayetleri değil medyaya yansıyan, intiharların da yoğun bir şekilde arttığı yansımaktadır.

 

Töre, namus, gelenek-görenek adına öldürülen, hayatı karartılan, intihara itilen (ya da intihar süsü verilen), dayakla-zorla yaşamaya çalışan kadınların olaylarını geçmiş yıllarda çok defa duymuşuzdur. Bu süreçte yaşanan artışın nedenleri, yine töre, namus, gelenek-görenek olmakla birlikte, sisteme bağlı olarak değişen toplumsal ilişkiler ile ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik, politik konjonktürdür.

 

Son 10 yılda kadın cinayetlerinde ki artış oldukça yüksektir. 2002’den 2009’a kadar ki süre içinde cinayetlerde % 1400 artış olmuş. Geçtiğimiz haziran ve temmuz aylarında toplam 21 kadın öldürülmüştür. 2000 yılında toplam 66 kadın öldürülürken 2009’da 1126 kadın hayatını kaybetmiştir. Sadece 2010 senesinde 6423 kadın aile içi şiddet sebebiyle hastanelere başvurmuştur. Eşinden şiddet gören her kadının üçte biri intihar etmektedir.

 

Yukarı da istatistiklerini verdiğimiz kadın cinayet ve intihar olayları, bilmemiz gerekir ki, gerçeğin çok az bir kısmını göstermektedir. Polise, hastaneye, savcıya başvuran kadınlar, ülkemiz gerçekliğini ele alırsak, sayıca azdır. Aile, toplum baskısı nedeniyle ya da kadın olarak yaşanan aile içi baskıyı sineye çektiğinden, susmayı, katlanmayı kabul etmektedir, kabul ettirilmektedir. Zaten polise, savcıya gitmiş olması, onu şiddetten, baskıdan, ölümden “kurtarmamaktadır”, “kurtarmayacaktır”.

 

Kocasından tehdit aldığını, yaşamından kaygı duyduğunu ifade edip, devletten “yardım” bekleyen kadınlar yine kocasına döndürülmektedir. Çoğunlukla “kocandır, dövebilir de sevebilir de”, “aile içinde olur böyle şeyler”, “devlet her kadının peşine polis mi takacak” biçiminde cevaplarla karşılaşmaktadır. İşte devletin yapacağı “yardım” bu kadardır. Türkiye gibi bir ülke de, devletten tam tersini beklemek, yanlış olacağı gibi hayal ürünüdür de!...

 

Ülke gündeminin hızla değiştiği, ekonomik, siyasi, sosyal gelişmelerin hızla başka bir durumu ortaya çıkardığı bir süreç içerisindeyiz. Yaşanan tüm olayların, gelişmelerin birbiriyle yakından ilişkisi olduğunu ve etkilediğini unutmamak gerekiyor.

 

Emperyalizm son 10 yıl içerisinde tam üç kriz geçirmiştir. Bu ekonomik krizler emekçi- ezilen halklara sadece yoksulluk getirmemiş aynı zaman da, her ülkenin kendi özgün koşullarına göre siyasi, sosyal durumlarına da yansımıştır. Ülkemiz, dünyayla birlikte bu süreci yaşarken 2002’de AKP hükümeti ve onun icraatlarıyla “yeni” bir döneme girmiştir. Tarihi boyunca bu kadar “demoktatik”leşmemiş (!) olan Türkiye’de kadın cinayetleri % 1400 artabilmiştir.

 

Özünde, İslamcı-gerici anlayışı ve kadroları ile politikasını yürüten iktidar partisi, düşünsel olarak demokrasiyle taban tabana zıttır. Ancak, emperyalistlerin çıkarlarını gözetmek için, “demokrasi” havarisi kesilmektedir. Elbette tüm bunlar söylemde kalmakta, burjuva anlam da dahi demokrasi ülkemiz de işlememektedir.

 

Dünya genelinde açıkça gözlemlenen, emperyalist-kapitalist sistemin ilişki ve işleyişini Türkiye’de de görmekteyiz. Yabancılaşmanın, yozlaşmanın toplumun her kesiminde etkisini gösterdiği, ahlaki çöküntünün, yoz burjuva kültürün ezilen yoksul halkları etkisi altına aldığı ve bununla beraber AKP iktidarının politikalarının emekçi halkaları gericileştirdiği bir dönem yaşamaktayız. Cemaat-tarikat örgütlenmelerinin, iktidar eksenli palazlanması ve toplumsal ilişkileri düzen sınırlarına çekmeye çalışması ve başarılı olduğu yaşamın her alanında ki değişimden anlaşılmaktadır.

 

Kapitalizm, diğer sınıflı toplumlar gibi kadının üzerinde ki cins ayrımını, erkeğin tahakkümünü kaldırmamış, kendi ihtiyacına göre kadını üretime katmıştır. Kapitalist sistem, emperyalist aşamaya geçmesi ile ilerici niteliğini kaybetmiş ve sömürüyü, baskıyı arttırmış, kendi tükenişiyle beraber insani değer ve ilişkileri yozlaştırıp, yok etmeye başlamıştır. Özellikle son süreçte her şeyi metalaştıran, maddi değer biçen bir hale gelmiştir. Sistem kadını cinsel obje olarak görmekte ve kullanmaktadır. Düzenin reklam figürü, vitrini olarak metalaştırarak sömürüye alet etmektedir. Gerektiğin de seçimlere araç edilerek politik figür olmuş (kocasının yanında “iyi” bir imaj yaratması için kullanılmış), gerektiğin de –ipleri burjuvazinin elinde olan- özgür kadın tiplemesi ile düzenin mülkiyet ilişkilerinin devamına hizmet eden, emeğine, halkına, cinsine yabancılaşmış; meta-mal-nesne konumuna getirilmiş bir kadın olmuştur.

 

Emekçi kadın ise, aile düzeninin, geleneklerin sahiplenicisi, sürdürücüsü misyonundan, çarpık kapitalist ilişkilerin hakim olduğu ailenin bir parçası durumuna gelmiştir. Kadın, alım-satım değeri olan bir meta gibi görülmekte ve boyun eğmesi istenmektedir.

 

Emperyalist sistemin zincirlerine bağlı olan ülkemiz halkları, düzenin mülkiyet ilişkileri ile iktidarın gerici politikalarının etkisi altında kalarak gericileşirken, ekonomik krizlerin etkisiyle (ki bu krizler emperyalistlerin kendi yarattığı krizlerdir) daha çok yoksullaşmakta, sömürüye maruz kalmaktadır. Ezilen halkın bir parçası olan kadın, hem sınıfından, hem de cinsinden kaynaklı çifte sömürüye uğramakta, baskı altında tutulmaktadır.

 

Bir yandan işsizlik, yoksulluk vs. diğer yandan ülkenin içinde bulunduğu politik-sosyal atmosfer ve bunlarla birlikte her şeyin sistem eliyle metalaştırılması… Tabii bir de geçmiş toplumsal ilişkilerden devralınan, töre-gelenek-göreneğe göre kadının erkeğin mülkiyetinde görülmesi, ayrılmak isteyen kadının karşısına tek seçenek olarak ölümü çıkarmaktadır. Toplumun aşina olduğu bir söylem hemen akıllara gelmektedir; “Ya benimsin ya toprağın”. Günümüz de somutluğu hayat bulan bir cümle olmaktadır.

 

Görünen ile gerçek arasında ki ayrımı yapabilmek için, o konuyu derinlemesine incelemek gerekiyor. Yasalar ve söylemler de haktan, hukuktan bahsedilebilinir. Öyle ki burjuva devrimini tamamlamış kimi kapitalist ülkeler de dahi kadın başbakan “seçilmemiş” iken, bizim gibi yeni-sömürge bir ülke de Tansu Çiller başbakan olmuştur. Bu Türkiye’nin gelişmişliğinden, çağ atladığından vs. kaynaklı değildir. Sistem önüne koyduğu hedefler doğrultusunda “yeni” yüzlere ihtiyaç duymakta ve makyaj tazelemektedir. Halkları kandırmanın, tepkileri nötralize etmenin, dikkatini başka yönlere çevirmenin aracı olarak bu tarz yöntemleri kullanmaktadır. Kimi zaman kadını temiz siyaset yürüteceği aldatmacaları ile öne çıkarmakta, kendi tabiri ile “demir leydiler” yaratmaktadır. Kimi zaman da ezilen halklardan –Afrikalı Obama örneğinde olduğu gibi- kişileri getirerek halkların gözünü boyamaktadır. Keza sınıf çelişkilerinin nötralize edilmesi, ezilenlerin daha çok baskı altında tutulmaları için ortaya atılan “demokratikleşiyoruz”, “ileri demokrasi” yalanları ile bilinç bulanıklığı ve yanılsama yaratıldığı gibi…

 

“Türkiye muz cumhuriyeti değildir, bizi kimse küçümsemesin” sözleri Başbakan’a aittir. Türkiye çocuk yaşta kız çocuklarının evlendirilmesinde Gürcistan’dan sonra ikinci sırada yer almaktadır. Bu durum, ülkemizin ne kadar “gelişmiş” (!) olduğunun bir göstergesidir?! Oysa küçümsenen, aşağılanan Afrika ülkeleri ve halkları çocuk yaşta evlendirmelerde bizden “geride” kalmaktadır. “İleri demokrasi” ile hedef seneye birincilik olmalıdır. (!)

 

Oligarşi kendi sınıf çıkarı gereği ve ömrünü uzatabilmek için yasalarla, “yeni” düzenlemelerle, dönemsel politik çıkışlarla sorunu atlatmaya çalışmaktadır. Sistem kendinden kaynaklı ortaya çıkan sorunları, kendi eliyle çözmek istemektedir. Elektronik kelepçe, evden uzaklaştırma, cinsiyetlerin yasalarla önünde eşit kılınması, ceza-i yaptırımların arttırılması, kadınların polis gözetiminde korunması(!), yeni yasa paketleri vs. son süreçte çözüme yönelik önerilerdir.

 

Kadın cinayetlerinde yaşanan artışa yönelik sunulan yöntemler, sorunu kökten halletmeyeceği gibi yine emekçi halkın sırtına yüklenmektedir. Bozuk düzenin yükü erkeğin omuzlarına bırakılarak, suçun cezası kesilmektedir. Çarpık kapitalist düzenin yarattığı cinayet ve intiharlar her iki cinsin bedel ödemesine neden olmaktadır. Salt kadının sömürüsü değil erkeğin de cins olarak sömürülmesine, günah keçisi haline getirilmesine sebep olmaktadır.

 

Yaşanan cinayetlerin sorumlusu, içinde yaşadığımız sistemdir, devlettir. Ölen sadece kadın değil, aynı zaman da erkeğin kendisidir de!

 

KADININ ÖZGÜRLEŞMESİ ÖRGÜTLÜ MÜCADELEDEN GEÇMEKTEDİR!

 

Geçtiğimiz 10 yıllık süre içinde, kadın cinayetlerinde ki artışı ortaya koyarken, tek başına düzen üzerinden açıklamaya çalışmak yeterli değildir. Sınıf mücadelesinde ki ivmenin düşmesi ile halk baskı ve gerici politikalarla karşı karşıya kalmış, sistemin sınırlarına hapsolmuştur. İnsani değer ve özünü kaybederek yabancılaşmış, duyarsızlaşmış, apolitik kitleler haline gelmiştir. Ekonomik, sosyal farklılıklar olmasına rağmen ülkenin her tarafından kadına yönelik şiddet, cinayet, intihar haberleri gelir olmuştur. Bu nokta da devrimciler olarak sorunun çözüm gücü olduğumuzu bilerek yaklaşmalıyız.

 

Kadının mutfaktan, yatak odasından çıkarılarak, yeteneklerini toplumsal üretime sunmasını, kadın olma bilincini açığa çıkararak baskı ve sömürüye karşı özgürleşmesini sağlamak için mahallelerde, köylerde, iş yerlerinde kısacası kadının olduğu her yerde örgütlenmek gerekmektedir. Aile, toplum ilişkilerinde önünün açılması ve meta durumundan çıkarılması sınıf mücadelesiyle mümkündür. Düzenin mülkiyet ilişkilerine, ahlaki çöküntüye, yozlaşmaya-yabancılaşmaya karşı, insani değerlerin sahiplenilmesi, kadın ile erkeğin cinsel ayrım gözetmeksizin sınıfsız-sömürüsüz, eşit bir dünyanın yaratılması için birlikte mücadele etmesinde yatmaktadır.

 

M-L’ler olarak bizler kadının özgürleşmesini gerçekleştirecek, yaşanan baskı, şiddet ve kıyıma son verecek, toplumu ileriye taşıyacak örgütlenmelerin yaratıcısı olacağız. Sınıfsız toplumun temelleri bugünden örgütlenerek atılacaktır. Kadının özgürleşmesi, örgütlenme ile sağlanacak, onun özgürleşmesi toplumun önünü açacaktır. Egemenlere karşı zincirlerimizi kırmak ve bu yoz, köhne, çürümüş düzeni yıkmak için kadın-erkek elele mücadeleyi sürdüreceğiz.