Kadın

Kadında Devrim, Devrimde Kadın (*)

 

(*Bu yazı ilk defa Mart 1999 tarihli Devrimci Çözüm Dergisi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.)

 

Gazetedeki fotoğrafına bakıyorum şimdi abla; Bana insanı, insanlığı sevdiren; bana devrimciliği öğreten, "ben"i, ben yapan o yumuşak, sevecen, emek vermekten haz duyan, coşku duyan tarzın geliyor aklıma ve her aklıma düştüğünde de ağlayasım geliyor yarınlara dair. Zira sen, koltuğa öylesine oturmuşsun başın yana yatmış, uyur gibi sakinsin. Ama bir de, o burnundan incecik sızan kan olmasa!..

 

12 Mart’ta ülkemize çöken karanlığın coşkuyla yırtıldığı süreçte katılmıştın mücadeleye. Devrimci Gençlik Mücadelesi üniversitelerden taşarak, akacak yeni maceralar arıyordu. 1977'de Devrimci Kadınlar Derneği kuruldu. Hedef, Devrimci Kadın Hareketi'ni yaratmaktı. Erkek arkadaşlarının alaysı tezahüratlarına aldırmadan, onlarca genç kız gibi çalıştın DKD'de. Gecekondulara gittin kadınları bulmaya; gecekondu halkının dağ gibi sorunlarını yakından gördün.

 

O dönemlerde en kızgın haliyle süren anti-faşist mücadele de gereken yerini aldın. Kadınların yakıcı sorunlarını devrimci mücadele ile birleştirecek somut bir politika yerine "kadınların kurtuluşu için tek yol devrim" gibi soyut bir sloganla yetinildi. Nihai hedef ile bugün arasındaki boşluğu dolduracak politika üretimindeki eksiklik, en çok kadın sorununda sürüyor hala.

 

12 Eylül geldiğinde sen Ankara'daydın. Karşılaştığın ciddi sağlık problemlerine karşın sessiz, sakin sürdürüyordun faaliyetlerini. Cuntanın ilk aylarında, özel yaşamında da en zor kararları vermekten çekinmedin ve her zaman ki tercihin mücadeleden yana oldu.

 

En ağır şartlarda mücadeleyi sahiplenen oldun. 1984'de yakalandığında, legal adresini dahi kabullenmeyerek, gösterişe kaçmadan, lafını bile etmeden, sakin direngenliğini ve mütevazılığını sergiledin. Üç yıllık tutsaklık yaşamında, yöneticiliğinin olumlu yanları hep ön planda oldu. Cezaevi koşullarının da körüklediği problemlerle sabırla, inatla uğraştın; sorunları çözmek için hep üretken oldun. Ve sımsıcak dostlukları paylaştın, geleceğe dair, umuda dair…

 

Devrimci muhalefetin yeniden kabardığı dönemde, yine dışarıdaydın, yine dostlarla, kavgayla birlikteydin.

 

Kadınların yoğun olarak çalıştığı sağlık alanında, hemşirelerde senin emeğin vardı. Senin ve Menekşe’nin... İşçiler, mahalleler ve her yerde... Sen artık, Türkiye Devrimci Mücadelesi'nin yetiştirdiği ender kadın yöneticilerden biriydin. Kadın yöneticiler azdı. Daha doğrusu, Türkiye Devrimci Hareketi içerisinde kadın yönetici bulabilmek çok zordu. İşte sen de var olanlar içerisinde en olumlulardan biriydin. Sakin, sevecen, doğal inisiyatifinle, sıcacık dostluğun içine yöneticiliği, sezdirmeden yerleştirebilen, en sert eleştirileri dahi yumuşacık üslubunla, rencide etmeden ifade etmesini bilmeni hatırlıyorum. Yöneticiliğin de, direngenliğin gibi sakin ve gösterişsizdi. “Yetki ve sorumluluk”un ikincisini temel aldın hep. Uçları ifade eden tek sözcük duymadım senden. Mücadelenin, birlikte olduğun insanların sorumluluğunu hep hissettin omuzlarında. Yeraltı yaşamının yalnızlığını sevecenliğinle, sıcaklığınla, üretkenliğinle gidermesini bildin. Sosyalizmden vazgeçiş sınırında bu sıcaklığını, buz gibi soğuk ve katı bir tavra dönüştürmekte ikircikli olmadın hiçbir zaman. Bu sınırın tespitinde her zaman için hassas ve özenli davrandın.

 

Devrimci Hareket'e yönelik ardı ardına gelen katliamlar, yargısız infazlardan sonra, her defasında omuzlarına biraz daha yük aldın. Taşıdığın yükün altında ezilmedin, sarsılmadın. En zor dönemlerin, en zor kararlarında sorumluluk almaktan kaçınmadı. En son aldığın sorumluluk çok daha ağırdı. Çünkü sen “kirletilmemenin ve yarınları karartmamanın” sorumluluğunu almıştın. Çünkü sen “halk sofrası”nın, ”mutfakta pişen”lerle değil, dağda, bayırda, meydanda halkın yanında, halkın harlandırdığı ateşlerle kurulabileceğini bilenlerdendin. Ve hep öyle de kaldın güzel insan; son nefesini bize, halklara ve tasfiyeci anlayışa ulaştırdığın o kara gecenin kahrolası sabahına kadar!..

 

Uzun yeraltı yaşamında bir sürü tehlikeyi sezmiştin. 6 Mart’ 1993 günü de sezmiş miydin? Telefonda “kendinize iyi bakın, her şey daha iyi olacak” dediğin günün akşamı geldiler, kara gecenin kan emicileri. Ertesi gün gazetelerde yayınlanan o can yakıcı, insanı kahreden fotoğraflarınız!.. Odanın ortasında, halkların mücadelesinde yeni ufuklar getirecek yepyeni projelerin ipuçlarının kafasında olduğuna inandığım Bedri... Bir köşede hemşirelerin sade, sempatik önderi, tertemiz kalmış idealleriyle Menekşe.... Diğer köşede kelimelerin kifayetsiz kaldığı Asiye ve Rıfat... Bir de koltuğa öylesine oturuvermiş, sakin, uyur gibi yana düşen başınla sen Gürcan abla. Tanıdığım en yetenekli kadın devrimci. Ertesi sabah gözaltına alınıp kaybedilecek Ali Kırlangıçlı’dan haberin olmadı. Bu güzel insanın kaybedilişi hakkında şaibe yaratılacağından da!..

 

Yarın değil, öbür gün 8 Mart. Yani Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Sosyalizm mücadelesi ile kadın arasındaki ilişki yıllar önce atılan sloganlardan farksız. Hala “Kadınlar katılmaksızın devrim olmaz!” sloganıyla yetiniyoruz. “Kadınların evlat acısı”da sürüyor yine. Artık arada MHP’li sivil faşistler yok. Şimdilerde devlet özel timiyle, işkencecisiyle, kontrgerillasıyla, askeriyle ve bir bütün kurumlarıyla kirli savaşın açıktan tarafı durumunda. Oğlunu “asker ocağı”na gönderen anne onun cesedini geri alıyor bazen. Bazen de, askerden dönen oğlu, gidene benzemeyene dönmüş oluyor. Asker giysili bir canavarın elindeki keşik başın, kendi oğlu olduğunu gören bir gerilla anası, nasıl bir çığlık atar? Canavarlaşan oğlunun suratına bir tokat atmış mıdır asker anası? Bu çığlıkla, bu tokat nasıl birleştirilir?.. Ve “yeni” dediğimiz yeniye nasıl ulaşacağız? İşte sorular, sorunlar dağ gibi duruyor yine önümüzde. Sosyalizm mücadelesine güç katacak bir “kitle” olarak kurtulamadı kadınlar hala. Politika üretiminde, karar süreçlerinde kadınlar yok, ya da yok denecek kadar az yine.

 

Fotoğrafına bakıyorum; dost yüzünün, içimi ısıtan abla sıcaklığın fotoğraflarına. Çok uzun bir süre geçip gitti yarınlara dair. Sizlerle birlikte yeni ufukların ipuçlarını yakalamıştık. Bu ipuçlarıyla yeniyi örmeye vaktimiz olmadan katledildiniz. Erken gittiniz, vakitsiz kavuştunuz menzile. Bir delikanlı ömrü kadar emek verdiğiniz devrimciliğe. Kaybettiğimiz, yitirdiklerimiz sadece sizler olmadınız! İpuçları da bir an için birbirine karıştı. Ama hiçbir şey kalmıyor. Toplumsal gelişim, bir tarak işlevi görerek onları sıraya dizmeye başladı bile. Ve bu uzun sürede “yeni”yi örmek için “yeni” insanlarınız sizleri unutmadı bir an bile olsun. Ama unutanlarda oldu elbette! Lakin onların unuttukları sizler değil, kendileri oldu aslında. Onlar, kendi unutulmuşluklarıyla kaldılar. Ve unutulmuş yarınların çok çok gerisindeler, yok olma aşamasındalar; acı da olsa bilmelisin bunu.

 

Koltuğa öylesine oturuvermiş, uyur gibi başın yanda, fotoğrafına bakıyorum. Omzuna dokunuversem, gülümseyerek uyanıvereceksin sanki. Bir de burnundan incecik sızan o kan olmasa!..

 

07.02.1999